Galipler ve Mağluplar

İnsanın en güçlü güdüsü hakim olmak ve hakim kılmaktır. Bunu bireysel, toplumsal ve kurumsal düzeyde her an ifade eder. Yaşam bu döngü etrafında şekillenir. Hakim kılınmak istenenin fikirsel, sosyal, ekonomik ve askeri boyutu vardır. Güçlü olan bunu ifade etmek için yaygınlaştırmak ve uygulama alanını artırmak isteyecektir. Hiçbir insan veya devlet genişleme sınırını belli bir noktada tutmak istemez. Bu sınırı onun gücü ile karşıt etkenlerin sınırlayıcı etkisi belirler.

Milletlerin farklı farklı gelişme çizgileri vardır. Belli bir dönem etkin olmuş milletler, medeniyetlerin belli bir dönem sonra gerilediklerini ve yerini başkalarına bıraktıklarına şahit olmaktayız. İnsanlık tarihi bu anlamda birçok örnek içinde barındırır. Var olan medeniyetlerin birbiriyle bir etkileşim içine girdiklerini de görmekteyiz. Bu etkileşimde belirleyici olan tarafların birbirini algılama biçimleridir. Bu biçimlerden en önemli ve belirleyici olanlarından biri de galip- mağlup algısıdır.

Galip olmak; hüküm koyabilmek, düzeni şekillendirebilmek, akışı denetlemektir. Kendi dışında güç unsuru olarak görünenleri etkisiz hale getirmek, itaat eder duruma getirmektir. Kendi kurduğu medeniyet tasavvurunu hakim kılmak ister. Kendisi kurtarıcı olmuştur, diğerleri kurtarılmayı bekleyen insan ve devletler. Bu kurtarıcı kimliği arkasına sığınarak sömürge merkezli bir kültür oluşur. Arz da değişen bir şey yoktur. Etkilerin boyutları ve araçları çeşitlenmiştir. Sadece askeri değil iletişim araçları, bankalar galip olanların hakimiyet mücadelesinin doğal parçası haline gelmiştir. Başka devletlerin topraklarını ele geçirir, ekonomik değerlerini sömürür, toplumsal güç merkezlerini dejenere eder. Galip olduğu için düşmanı çoktur. Kendi iradesi dışında şekillenen her hareketliliği tehdit olarak algılar. Önce kendi güvenliğini önceler. Güvenliği için başka devletlerin ve milletlerin can ve mal emniyetlerini ortadan kaldırmaktan çekinmez.

Mağlup olmak; siyasi, askeri ve ekonomik birleşenler etrafında güç oluşturamayan, çevre güçlere karşı korunma güdüsü içinde olan, kimlik arayışında olan ve bunun çıkış yolunu arayan, kendi iç dengeleriyle sürekli savaş halinde ve kendine özgüvenini yitirmiş durumda olmaktır. Kendi değerleriyle savaş halindedir. Mağluplar bir yandan da çıkış için yol bulmaya çalışır. Kendi sorunlarını tanıyarak, içine kapanmadan, çağı da iyi izleyerek kendi yolunda arayış içindedir. Mağluplar ikiye ayrılır: Merkez mağluplar ve kenar mağluplar. Merkez mağluplar savaşın bilfiil tarafı olanlardır. Merkez gücü ortadan kaldıranlar, kenar mağlup gibi görülen güçlerin güçlenip sahneye çıkmalarını görememişlerdir. Roma- Pers mücadelesinde kenar mağluplardan olan Araplar bu mücadele arasında sıyrılarak ortaya çıkmayı başarmışlardır. Arap- batı mücadelesinde Arapların kenara çekilmesi ile Türkler ve İranlılar bu mücadelenin sürdürücüsü oldular.

Galip olan medeniyet ve devletler ile mağlup olanlar arasında doğrudan veya dolaylı ilişkiler vardır. Dünyadaki varlık alanında hâkimiyet merkezli bir paylaşım ve çatışma süreci yaşanır. Her olması kaçınılmaz olan bu durumlar şu şekilde incelenebilir.

1-Galip- Mağlup Algısı: Galip varsa ortada muhakkak ki mağlup vardır. İktidar el değiştirmiştir. Yeni iktidar sahipleri yerin aldıkları medeniyetleri varlıklarına tehdit olarak algıladıkları için onların varlıklarını tamamen ortadan kaldırmayı hedeflerler. Galip olanın gözünde Mağlup olan her daim uyanacak dev gibidir.

Mağlup olan galip olanın kendi varlığını tamamen ortadan kaldırmaması için var gücüyle küçülmeye, kendi içine kapanmaya ve “yokmuş” gibi davranmaya çalışır. Galip olanın yeni tehditlerinden korunmak için onu rahatsız edecek politikalardan, projelerden ve düşüncelerden kurtulmaya çalışır.

Bu algılama biçiminde İbn-i Haldun’un Mukaddime’sinde belirttiği gibi mağlubun galibi taklit etmesi süreci yaşanır. “Nefis ve kalp daima kendi kavimlerine galebe çalmış ve kendi kavmine boyun eğdirmiş olanların olgunluk ve üstünlüklerine inanır. Bu da , … boyun eğmesinin … kendisini yenen kimsenin kemal ve fazilet sahibi olmasından ileri gelmiş olduğu inanında olmasından ve bu hususta yanılmasından ileri gelir… Buna inandıktan sonra bütün iş ve hareketlerinde kendisini yeneni örnek edinir ve ona benzemeye çalışır. Yahut kendisine üstün gelen kimsenin galebesinin asabiyetten, şecaat ve kuvvetten ileri gelmeden, onun alıştığı adet, mezhep ve mesleğinden ileri geldiğini vehmine kapılır… İşte bu gibi sebeplerden dolayı yenilgiye uğrayan kimse giysi ve kuşam, hayvana binmek, silahlanmak ve diğer hal ve işlerinde kendisini yeneni örnek edinir… Bunları gören, bu hallerin istila belgesi olduğunu hikmet gözü ile görebilirler.” Galip olana çok büyük hayranlık beslenir. Galip olanın giyim- kuşamından, düşünce- felsefesine kadar benzemeye çalışılır. Kendisinin geri kalma ve yenilmesine sebep olanın galip olanları tanımamak, onların takip ettikleri yoldan gitmemek olarak düşünmeye başlar. Bu süreci tersine çevirmek için her şeyiyle galip olanı tanımaya ve benzemeye çalışır. Galip olan bunu çok büyük mağrurlukla izler. Kendini çok beğenir, ulaşılacak son nokta olarak görmeye başlar. Hatta bu süreci denetlemeye çalışır. Mağlup olanlara bu değişimin hızı ve unsurları noktasında yönlendirmeye çalışır. Ama aynı zamanda galip olan mağlup olanın kendisinden aldığı şeylerden ilerde aleyhine dönüşebilecek unsurlar varsa bunların alınması ve yanlış şekilde iletilmesi için çabalar. Batı dünyasının demokratik yönetim anlayışının diğer ülkelere geçmesini engellemeye çalışması gibi.

Diğerinin yerini alarak galip olanlar mağlup ettikleri medeniyeti her zaman dirilecek bir güç olarak gördükleri için sürekli kontrol altında tutmak isterler. Batı medeniyeti mağlup ettiği doğu medeniyetinin yenilenerek güçlenmemesi için her türlü önlemi almaya çalışmaktadır. Galip olan kurtarıcı kimliğine soyunur.

2-Galip- Galip Algısı: Galip olanlar açısından hakimiyet alanlarının paylaşım mücadelesi vardır. Mücadele sahasında kendi dışında rakip görmedikleri için birbirleriyle uzun ve farklı boyutlarda da sürdürülen bir savaşım içine girerler. Bazen denge siyaseti gözetir, bazen de düşmanımın düşmanı dostumdur anlayışı ile ittifaklar, paktlar kurulur. Birbirlerinin çıkarlarına dokunmadığı müddetçe diğer gücün yayılma siyasetine göz yumar.

Mağlup olanların üzerinde hâkimiyet mücadelesi verirler. Onların toprakları, canları, malları kendilerinindir. Galip olanlar bu alanları sömürü siyasetiyle kendilerini güçlendirecek bir nesne gözüyle bakarlar. Mağlup olanların içinde kendilerine yandaşlar edinip bunu diğer galip güce karşı kullanmaya çalışırlar. Galip olanların diğer rakibini sürekli tehlike olarak göstermeye çalışarak, silah satmaya ve kendi tarafında tutmaya çalışır. Galipler bazen de başka mağlup olan devleti, diğer mağlup olan arasında tehdit ve düşman algısını yerleştirmeye çalışır.

Galip olanlar karşısındaki gücün zayıflaması için sürekli güç savaşlar yaşanır. Geliştirilen silahlar, ekonomik dengeler, yapılan atılımlar, spor ve eğlence kültürüne kadar geniş bir alana yayılan mücadele yaşanır.

3-Mağlup- Mağlup Algısı: Hakim devletlerin savaş alanına dönen bu ülkeler kendi aralarında bazen dayanışma içine girdikleri gibi bazen de hakim devletlerin kamplarında yer alarak birbirleriyle savaş yoluna da gidebilmektedirler. Çoğunluğu ait olduğu kampın içinde bir korunma zırhı oluşturarak varlığını devam ettirmeye çalışır.

Mağlup olanların başında çoğunlukla galip olanların onayladıkları liderler vardır. Yönetiminin sürekliliğini galip olan güce itaat derecesiyle orantılı düşünür ve sınırları aşmamaya çalışır. Kendi ülkesi içinde galip olanlara karşı duruş sergileyenler varsa bunları pasifize etmeye çalışır. İç muhalefet adıyla tanımlanan ne kadar grup varsa tasfiye edilmeye çalışılır.

Mağluplardan bazıları kendi iç dinamiklerine yönelirler. Kendi geçmişlerindeki parlak sayfalara bakarak övünürler. Gözkamaşması yaşanır. Geçmişinin parlak kısmını görür. Arkasındaki iradeyi çözümleyemez. Bu oluşturan süreci iyi okuyamaz. Var oluşlarını geçmişleriyle ifade ederler. Hala galip olduklarını düşünürler. Yaşananların geçici olduğuna inanırlar. Çıkış için geçmişteki kurumların yeniden diriltilmesi ile bir çıkış yaşanabileceğini düşünürler. Ali Şeriati’nin deyimiyle tarih zindanına hapsolunmuşlardır. Mağluplardan bazıları da yenilgiye karşı tümüyle şiddete dayalı bir tavır içine girerler. Ancak genelde bu şiddetin muhatabı ve zararı göreni kendi insanlarıdır. İçlerinden çok azı bir güven içerisinde tarihi doğru okuyarak galip olanların düşünce ve pratiklerini boşa çıkaracak bir arayış içine girerler.

Kendi tarihsel var oluş çizgimizde son 200 yıl bu kırılmalarla doludur. Önce galip iken mağlup durumuna düştük. Düşüncelerimize, dilimize, din algımıza, gelecek tasavvurumuza hakim olan alışkanlık derecesinde yerleşen mağlup olma algımızdan bir an önce kurtulmamız gerekiyor. Bu süreci şekillendirecek düşünce, eğitim, ekonomi ve kültürel perspektiflerin geliştirilmesi zaruridir. Konumlanmamızı galip- galip, galip- mağlup ve mağlup- mağlup algısındaki yerini iyi görerek yeniden belirlemeliyiz.