Oruç; Allah’a Odaklanmak
Kendimizle yüzleşmek, günahlarımızla hesaplaşmak artık kaçınılmaz oldu…
Peki, bu nasıl olacak? Ramazan’da , oruçla …
Çünkü oruç ayı, arınma ayıdır…
Ayılma ayıdır…
Ayrışma ayıdır…
Adanma ayıdır…
Anma ayıdır…
Anlama ayıdır…
Aşkınlık ayıdır…
Evet, oruç arzuları aşmaktır… Anlam dünyasına açılmaktır…
Oruç rabbani bir açılım… Müteal bir atılımdır… Asabiyetleri aşma, acziyetleri atma ameliyesidir…
Daralan ufkumuza aşkın bir format atmaktır…
Dağılan umudumuza yeni bir yüklemede bulunmaktır…
Durağanlaşan umurumuza yeni bir dinamizm aşılamaktadır…
Sinme sonrası bir silkinme, yenilgi sonrası bir yenilenme, dağılma sonrası bir doğrulma yani yeni başlangıçlar için Ramazan bulunmaz bir fırsat… Şimdi biz bu fırsatları festivalleştirir ve fuarlaştırırsak , ilahi formasyondan uzaklaşmış olmaz mıyız ?
Oruç kabalılıktan, katılıktan, karamsarlıktan, kafa karışıklığından kurtarıcı, kurucu, kuşatıcı bir keyfiyet ve kifayet içerir… Kalbin ufuklarına, ruhun derinliklerine onunla uzanırız… Engellere, engebelere rağmen emin adımlarla ebede yürümek oruçla mümkündür…
Çünkü oruç, uruçtur…
Oruç, incelmektir… Engin anlamlara ermektir…
O halde oruç tut ki, tüm dünyevi tutkulardan ve tutsaklıklardan kurtulman mümkün olsun…
Kendimizi doğru tanımlamak ve tamamlamak için şu dokuz kelimeye şiddetle ihtiyacımız var…
Evet, oruçla “ol” mak, olgunlaşmak ve “O” nunla olmak için dokuz kelime…
Tevbe … Eleştiri değil, özeleştiri değil, tevbe… Öncelikle nasuhsuz tevbelere tevbe… Huşusuz namazlara tevbe… Takvasız tavaflara tevbe… İhlâssız infaklara tevbe… Keyfiyetsiz ve kifayetsiz kardeşliğe tevbe… Ruhsuz, aşksız aktivitelere tevbe… Anlamsız atışmalara, ayrışmalara, asabiyetlere tevbe… Amelsiz imana tevbe…
Tezkiye… Her türlü ricsten, necesten, hubustan ayrılmak ve arınmak… Cahiliyenin kokuşmuş ve kirli havasından vahyin iklimine intikal ediyoruz… Terbiye ve tekâmül günlerinde güçlenmek ve güzelleşmek bizim elimizde… Elimizi tez ve temiz tutalım… Kirliliğin kanıksandığı bir zamanda temiz kalmak herkesin karı değil… Meğerki Rabbim korumuş olsun…
Tefekkür… Fikirsiz, fıkıhsız, fehimsiz, feyizsiz hayatların kahrından kurtulmak için tefekkür, tedebbür, tezekkür, teakkul, tefekkuh şarttır… Tembelleşen zihinler, gevşeyen ruhlar irfandan, hikmetten, furkandan, burhandan mahrum yoksul ve yoksunlardır… Yok, oluşları yakındır… Kendimize yazık etmek istemiyorsak derin ve daimi bir tefekkür kaçınılmazdır…
Teyakkuz… Sürekli bir uyanıklık ve duyarlılık… Durum bunu gerektiriyor… Şerrin, şirretin, şeytanın, tasallut ve tahakkumuna karşı teyakkuz tartışılmaz bir gerekliliktir… Hayat boşluk kabul etmiyor, hiçbir iş ihmale gelmiyor, boşvermişliğin bedeli ağır oluyor… O halde teyakkuz tüm zamanlarda Müslümanın lazimesidir…
Teşebbüs… Teori, temenni yetmez, iman etiğimiz değerlerin hayata geçirilmesi için teşebbüs farzdır…
Toplumsal ıslah projelerinin aktif öznesi biz olmalıyız… Haklılık yetmez, hareketlilik lazım… Kabiliyetli olmak da yeterli değil kararlılık olmadıktan sonra sorunlar bitmez… Tesbitler teşebbüse dönüşmüyorsa havanda su dövmüş oluruz…
Teveccüh… Teşebbüsün temelinde sadece âlemlerin Rabbine teveccüh olmalıdır… Allah’ın rızası dışında hiçbir şeye tevessül ve tenezzül etmemek lazım… Allah’a teveccühün hayata en somut tezahürü ise Kur’an’a ve Kâbe’ye teveccühtür… Kur’an’sız,Kabe’siz yaşamlara asla müsamaha ve müsade etmemektir… Kur’an ve Kâbe’ye odaklanan kalpler kurtuluşa adaydır… Gayrısı aldanmaktır… Teheccüt ve teravih ise oruçta Allah’a teveccühün en güzel temrinleridir…
Tebliğ… Hidayeti ve hakikati kendinde saklı tutmak değil onu taşımak ve paylaşmak… Sadece kendi kurtuluşunu düşünmek değil insanlığın felah ve salahı için çırpınmak… Kuşakların hüsran ve helakının hesabının kendisinden sorulacağı hassasiyeti ile hareket etmek… Rahmetin taşıyıcısı, hakikatın şahidi olmak… Hayatta en büyük kazanım; bir kişinin hidayetine vesile olma değil miydi? O halde, ne diye duruyoruz ki?
Tilavet… Vahiyden beslenmeden başaramayız, beceremeyiz… Vahiyden bağımsız yaşamlar boştur, batıldır, bayağıdır… Vahiy bizde vücut bulmadan var olmayız… Ne dirilebiliriz ne de direnebiliriz… Ama önce vahyin disiplinine girmek… Vahyin denetimine tabi olmak… İşte hakkıyla tilavet budur…
Takva… Oruçla ilgili ayetin son vurgusunu hatırlayalım:
“…Umulur ki bu sayede korunursunuz (Takva sahibi olursunuz)” (Bakara 183.)
Takva ile tahkim edilmemiş bir kulluk, kusurludur ve kalıcı olması kolay değildir… Takva, Allah’a karşı dürüst olmaktır… O’nu ciddiye almaktır… Her işte Allah’ı hesaba katmaktır… Allah’ın “dur” dediği yerde durmaktır… Allah’a ihtiyaç duymaktır… Allah’ı sürekli gündeminde tutmaktır… O’na karşı sorumluluk bilinciyle hareket etmektir…
İşte (9 T) diyebileceğimiz bu formülasyon ile orucu tamamlama ve kendimizi temizleme yoluna gidebiliriz…
Allah’a teşekkürümüzü, ictimai şükrümüzü sürdürmüş oluruz…
Onbir ayın sultanını ne Eyüp Sultan’a ne de Sultan Ahmet’e hapsetme, hasretme hakkımızın olmadığını düşünüyorum…
Bol vitaminli, yüksek kalorili iftar sofralarımızdaki israfla arınma iklimini, ayılma ayını zay etmeyelim…
Oruç tutmak önce kendimizi tutmayı, sonra mazlumların ve mahrumların elinden tutmayı, bir de zalimlere ve zorbalara kafa tutmayı bizlere öğütlüyor… Yoksa Ramazan ruhu alınmış bir takım ritüellerin, ya da kumanya paket ve kolilerin adı değildir…
Ramazan festival değil, feyizdir…
Fuar değil, furkandır…
Şenlik değil, şükürdür…
Ramazan’ın kültürüne değil önemli olan künhüne vakıf olmaktır…
Ancak o zaman Ramazanlaşabiliriz… Kendimizi aşabiliriz… Rabbin razı olacağı bir çizgiyi yakalayabiliriz…
Oruçla Allah’a odaklanırsak bu olur…
Tüm mesele… Allah ile olmak… Ve Allah için olmak…