Seçim…

Yaratılmışlar içerisinde insanı seçkin kılan, seçme özgürlüğüne sahip bulunmasıdır. Doğru veya yanlışı tercih edebilme gücüne sahip kılınmış insan bu dünya hayatında iradesinin imtihanını verir.

Her tercih bir neticenin anasıdır. Bundan dolayı ağır bir sorumluluk gerektirir.

Hak ile batılın, doğru ile yanlışın birbirine karıştığı ahir zamanda bu sorumluluğun altından kalkabilmek daha da zordur.

Fertlerin tercihle karşı karşıya kaldığı durumlar olduğu gibi, toplumların da bir tercihle karşı karşıya kaldığı durumlar olur. Yaşadığımız çağda, ülkelerde yapılan siyasi seçimler böyle bir toplumsal sorumluluk doğurmaktadır.

Dünyanın farklı ülkelerinde yapılan seçimler bizim gündemimizi hiç meşgul etmez, hatta birçoğundan haberdar bile olmayız. Fakat Türkiye’de Pazar günü gerçekleşecek seçim bütün dünyanın gündeminde yer almaya devam ediyor.

Batı ülkelerinin devlet başkanlarından, terör örgütlerinin liderlerine, Avrupa’nın kalburüstü dergilerinden, İslam ülkelerinin hatırı sayılır âlimlerine, dünyanın dört bir yanından insanlar, her biri kendi zaviyesinden, Türkiye’de yapılacak seçim hakkında açıklamalar yapıyor, hatta temennilerde bulunuyorlar.

Tüm dünyanın gündeminde olan bir vakıanın ortasında yaşarken, vakaya duyarsız kalmak, bugünün sözünü yarına bırakmak olmaz.

Evet, sonuçları itibariyle tüm toplumu ve hatta İslam âlemini etkileyecek önemli bir seçim sürecinin içerisinde bulunuyoruz.

Her seçim döneminde, siyasilerin kullandığı “o seçimin memleket için bir hayat memat meselesi olduğu” söyleminin sadece siyasi bir propaganda sloganı olduğuna şahitlik etmiş bir vatandaş olarak… Gayri İslami tüm sistem ve ideolojilere muhalif bir kimlik, siyasi iktidarın yanlışlarına karşı bir duruş sahibi olan ve siyasi taraftarlıktan ilkesel olarak beri duran bir Müslüman olarak… Yarım asırlık ömrümdeki okumalarım, tecrübelerim ve yakın coğrafyamızda/yakın tarihte olup bitenlere dair gözlemlerim neticesinde, ülkemizde yapılacak olan seçimin bu defa gerçekten de hayati bir önem arz ettiğini düşünüyorum.

Osmanlı Devletini yıktıktan sonra İslam coğrafyasını paramparça ederek vesayeti altına alan batı emperyalizmi, ülkemizde de on yılda bir yaptırdığı darbeler ile kurduğu vesayetin sürdürülmesini sağlamıştır. Ancak ülkemizde, son yıllarda milletiyle aynı yöne bakmaya başlayan bir devlet iradesinin şekillenmesi; dış politika, enerji ve milli savunma alanında ülkemizdeki emperyalist kuşatmayı kıracak bağımsız adımların atılmaya başlanması bu vesayet zincirinin kırılması açısından umut olmuştur. Bu umut kıvılcımını söndürmek için küresel emperyalizmin 15 Temmuz 2016’da harekete geçirdiği son darbe girişimi millet ve devletin ortak iradesiyle engellenmiştir.

İslam âlemini ve özellikle komşu coğrafyamızı kan gölüne çevirerek kaosa sürükleyen, ülkemizin etrafında taşeron ülke ve örgütleri silahlandırarak yığınak yapan küresel emperyalizmin ülkemiz için planının ne olduğu gün gibi aşikârdır. Irak’tan, Suriye’den sonra sıranın Türkiye’ye geldiğini anlamak için arif olmak gerekmez!

Küresel şeytanî aklın hizmetinde olan devlet ve taşeron örgütlerin, ağız birliğiyle ve gizlemeden, bu seçim sürecine dair ortaya koyduğu tavır, küresel emperyalizmin hevesini ortaya koymaktadır.

Biden’ın, Macron’un, Miçotakis’in;  Kandil’den Kalkan’ın, Bayık’ın, Ok’un; fetöcü trollerin dile geldiği; The Economist’in, The Washington Post’un, L’Express’in arzularını kapaklarına taşıdığı; niyetlerin gizlenmediği, hamlelerin artık maske kullanılmadan yapıldığı bu süreçte, tüm siyasi aktörler ve milletimiz, azami duyarlılıkla bu büyük resmi görmeli; emperyalistlerin ve batı sevicilerin hevesini kursağında bırakacak, bu ülkenin bağımsızlık yürüyüşüne ve ümmetin yeşeren umutlarına can suyu akıtacak bir tercihte bulunmalıdır!

Unutulmamalıdır ki; her tercih bir sonuç doğurur! Toplumsal tercihlerin sonuçlarına ise bütün toplum mahkûm olur!

Ersin Eryılmaz