Var Olmak Zorundayız

Bugünkü dersim yeni başlayanlar için değil, başlayıp da bıkmışlar için… Vazifeyi yüklendikten sonra vazgeçme ikilemini yaşayanlar için…

Öncelikle şu tespitimi paylaşmak isterim: Bugün “vazgeçmek” varoluşumuza yönelik en ciddi tehditlerden biridir.

Artık kolayca vazgeçebiliyoruz… Çünkü vazgeçmek kolaydır, zor olan vazgeçmemektir… Sabır ister… Bedel ister… Faturası ağırdır…

Ya da kızmak, küsmek, sitem, serzeniş işin kolayına kaçmaktır… Ağlamak, yakınmak, sızlanmak ve kendini bırakmak tükenişi kabullenmektir…

Pes etmek… Havlu atmak… “Benden buraya kadar” demek, kişinin kendine yapabileceği en büyük kötülüktür…

Dahası “çizdim oynamıyorum”, “canım istemiyor”, “dün dündür” demek beterin beteridir…

Evet, vazgeçmenin sıradanlaştığı, savrulmaların savunulduğu günlerden geçiyoruz…

Sözünü, özünü, sözleşmesini unutanların arttığı süreçleri yaşıyoruz…

Konforu, koltuğu, korkuyu gördükçe kulvar değiştiren kuşaklarla karşı karşıyayız…

Başlayıp bırakmışlar, usanıp gitmişler, yorulup çökmüşlerin dünyasında sağlam bir duruş, kararlı bir yürüyüş bekleniyor…

Her işe heveslenip ama hiçbir işi tamamlamamışların etkisinden kurtulup süreklilik ve sürdürülebilirlik zemininde seferi sürdürmek gerekiyor…

Üstümüze üstümüze gelen tüm olumsuzluklara, can sıkıcı olaylara rağmen vazgeçme hakkımız yok… Bizden istenen kararlılıktır… Bu kararlılık karakterimizi belirleyecek, kaderimizi etkileyecektir…

Başımıza gelenlerle baş etmesini öğreneceğiz…

Engeller aşmak içindir… Zorluklar yenmek içindir…

Anın vacibini yapacağız ki, yarınlar bizim olsun…

“Her zorlukla beraber bir kolaylık olduğunu” biliyoruz…

Her koyu gecenin bir şafağı olduğunu unutmuyoruz…

Kara kara düşünmeyeceğiz, üzülmeyeceğiz, üreteceğiz… Kendimize de kızmayacağız, kendimizi ikna edeceğiz… Her zeminde vazgeçmek yok, en zor şartlarda bile var olmak zorundayız…

İrademizle, ideallerimizle, ilkelerimizle ve en önemlisi inancımızla kendimizi ifade ve ispat etmeliyiz, ihmal yok…

Kitaptan, kıbleden, kimlikten, kutsaldan kısaca kulluktan vazgeçemeyiz…

Seferden, secdeden, sohbetten uzak duramayız…

Kendisinden, kalbinden, kavgasından vazgeçenler ebediyen kaybedenlerdir…

“Sen ve Rabbin gidin savaşın” diyenler gibi olamayız…

Nerede duracağımız belli değil mi?

“Güneşi sağ elime, ayı sol elime koysanız yine de ben bu davadan vazgeçmem.” diyen Nebi’nin durduğu yerdir…

Onlar hayatlarından vazgeçtiler ancak ahitlerinden vazgeçmediler…

İslam ateşten bir gömlek de olsa giymekten çekinmediler… Hayatı iman ve cihat bildiler…

Tüm bunlar bize şunu gösteriyor; sahip olduklarımızdan vazgeçme hakkına sahibiz fakat şahitliğimizden vazgeçemeyiz…

Çamurumuza takılı kalıp ruhumuzu satamayız…

Sabiteleri kalmamış sefillerden olamayız…

Zor zamanlardan geçiyoruz…

“Vazgeçilmezlerimizden” nasıl da kolayca vazgeçebiliyoruz?

Çıkarımızı korurken, çizgimizi bozamayız…

Arzularımızla oyalanırken yaşamın anlam ve amacını ıskalayamayız…

Mal, mülk edinme telaşına düşerken, yüzümüzü Malik-el Mülk’ten çeviremeyiz…

Yardan, serden vazgeçmek mümkündür, Yaratan’dan nasıl gaflet edebiliriz?

Özgürlükten, onurdan ödün veremeyiz… İnsaniyet ve ademiyetten istifa edemeyiz… Halifelik ve emaneti iptal edemeyiz… Fıtratı ve vicdanı susturamayız… Allah’a ve Ahirete mesafe koyamayız…

Unutmayalım ki; biz Allah’tan vazgeçmedikçe Allah bizden vazgeçmez…

Bir insanı en iyi tanıma yollarından biri de o kişinin “vazgeçilmezleridir.”

Bunlar kişiyi ele verir…

O halde bizim vazgeçilmezlerimiz nelerdir? Yani olmazsa olmazlarımız?

Vazgeçilmezlerimizin üssül esası, tevhiddir..

Yaşamın manası, mantığı, mantalitesi tevhid ile belirginleşir..

Tevhidi takva ile hayatlaştırırız… Tevhid Allah’ı birlemektir… Takva ise birlediğimiz Allah ile birlikte olmaktır…

Tevhidin bir diğer boyutu kulluğu sadece Allah’a tahsis etmektir… Hududullahtan sapmamak ve şaşmamaktır…

Bizim kırmızı çizgimiz Allah’ın sınırlarıdır.. Haram-helal hudutlarıdır.. Kur’an ve sahih sünnetin açık naslarına ters düşmemektir…

Allah (cc) ın belirlediği hudud, hak, hüküm bizim tartışmasız doğrularımızdır.. Kural, kanun, kriter, kutsal Kur’an’la netleşir ve nitelik kazanır…

Tüm batıllar, haramlar, zulümler, putlar reddedilmedikçe iman gerçekleşmiyor..

Kâfirlerle dostluğu Allah asla izin vermiyor…

Evet kırmızı çizgilerimizi belirleyen O’dur… Dolayısıyla bu çizgilerden taviz verilmez… Çıkar uğruna feda edilmez… Müminlerin sabiteleri satılık veya kiralık değildir…

Bizi biz yapan ilke ve değerleri esnetemeyiz, erteleyemeyiz, elimine edemeyiz.. Vazgeçilen, askıya alınan çizgi, çizgi olmaktan çıkmıştır…

Çünkü vazgeçilmezlerinden vazgeçenler omurgasızlaşır, onursuzlaşır… Kendine bile yabancılaşır… Ve kendilerine yazık etmiş olurlar…

Ne yazık ki bugün amaçlarımız araçsallaştırılıyor, araçlarımız amaçlaştırılıyor…

Sabitelerimiz değişkenleştiriliyor, değişkenlerimiz sabitleştiriliyor…

Mutlaklarımız yorumlaştırılıyor, yorumlarımız mutlaklaştırılıyor…

Yeni zamanlarda yeni vazgeçilmezler üretiliyor…

Hakikat izafileştiriliyor… İdare-i maslahatçılık kabul görüyor… İlke ve istikamet krizi yaşanıyor…

Düşünsel, sosyal ve siyasal savrulmaların arka-planında bu çizgi-çıkar ikilemi yatıyor…

Bir dönem Kudüs kırmızı çizgimizdi…

Kardeşlik vazgeçilmezimizdi…

Başörtüsü olmazsa olmazımızdı… Şimdilerde ne oldu?.. Sanki olmasa da olur, noktasına gelindi…

Vahyin belirlediği vazgeçilmezlerle vücud bulursak, yekvücud olursak, vahdete yürürsek tüm vahşetleri ve vahametleri yenme gücünü elde etmiş oluruz…

Özgürlüğü ve onuru kuşanmış oluruz…

Tüm bunları netleştirme zeminimiz, Ninovalarımıza geri dönmektir… Okçular tepesini terk etmemektir…

Seferi öncelemektir… Tevbe ve istiğfar etmektir…

Allah’ın ipine sımsıkı tutunmaktır…

 

Ramazan Kayan