İNSAN VE DEĞER HAREKETİ

Fikriyatımız ve İlkelerimiz

İnsan eşref-i mahlûkattır. Balçıktan yaratılmış beşeri “insan” kılan, özünde taşıdığı ilahî ruhtur. Bu ruh, insanı insan kılan değerleri ifade eder. Yeryüzü, bu değerlerin korunmasını ve yok edilmesini hedefleyen hak ile batılın mücadele sahnesidir. Hak-batıl mücadelesi, Hz. Âdem (as) ile başlayan insanlık tarihiyle eş zamanlı bir mücadeledir. Kıyamete kadar sürecek bu mücadele, insanoğlunun imtihanıdır.

Yeryüzü imtihanında insanlığı yalnızlığa terk etmeyen Yüce Rabbimiz, her biri insan-ı kâmil olan elçileri vasıtasıyla gönderdiği vahyin diriltici soluğuyla insanlığın kalbine ilahî ruhtan üflemeye devam etmiştir.  Vahyin aydınlığında insanlığa şahitlik görevini ifa eden Peygamberlerin nebevî örnekliği, medeniyeti doğuran memba olmuştur. Bu membaın son gözesi olan Hz. Muhammed’e (sav) Hira’da inmeye başlayan rahmet, insanlık tarihinin bu son deminde, cahiliyenin zifiri karanlığında hakikate aç ve adalete muhtaç insanlığın ufkunu bir güneş gibi aydınlatmıştır. Kalplere hakikati, hayata adaleti hâkim kılan ilahî nizam ile nebevî İslam medeniyetinin sütunları yeniden yükselmiştir. Bu medeniyetin yıldızları olan ilk örnek nesil,  Hz. Peygamber’in (as) önderliğinde insanlığa şahitlik/örneklik görevini yerine getirmiştir. Yüce Rabbimizin “Böylece sizi, insanlara şahit olmanız ve peygamberin de size şahit olması için vasat bir ümmet kıldık”[1] buyruğu gereğince bu görevi devralmak O’na ümmet olan her asrın Müslümanlarının asli vazifesidir.

İnsan ve Değer Hareketi’ni ortaya çıkaran âmil, zamanın nöbetini tutmak üzere, bu asli vazifenin sorumluluğunu kuşanma iradesidir.

                 “Tevhidî bilinçlenme, toplumsal değişim, İslam’ın hayata hâkimiyeti” idealiyle Anadolu’nun değişik şehirlerinde bir kulluk sorumluluğu olarak yürütülen davet, eğitim ve yardım çalışmalarının ilkeli birlikteliğini ifade eden hareketimiz yarım asırlık birlikte mücadele geçmişine sahiptir.

Bu birliktelik, İslam ümmetinin Hz. Peygamberden (sav) sonraki tarihi sürecinde ilk kez karşılaştığı  – dini bir otoriteden, siyasi bir birlikten mahrumiyeti ve maruz kalınan kültür emperyalizminin derin yıkıcı etkilerini içeren- son bir asırlık fetret devrinde, İslam coğrafyasının değişik bölgelerinde ve Anadolu’da ortaya konulan İslami mücadele tecrübelerinden istifade edilerek oluşturulmuştur.

Bu birliktelik, tesadüflerin değil; okuyarak, sorgulayarak en doğrusunu bulup yaşamaya çalışarak eriştiğimiz, nihayetinde Allah’ın rızası olan, ortak ideallere, ortak bir anlayışla ve aynı yöntemle ulaşma konusundaki bilinçli tercihlerimizin bir eseridir.

Bu birliktelik, farklılıklarımızı zenginlik olarak gören bir anlayışla, erkeğiyle kadınıyla, yaşlısıyla genciyle, güvene dayalı sevgi ve fedakârlığa dayalı dayanışma içerisinde sürdürülen bir yürüyüştür. Birbirlerinin velisi olan mümin erkek ve kadınların omuzlarında, aile merkezli bir çalışma ile yükselmiş hareketimiz, geçmişten bugüne mücadeleye katkısı olan kadın-erkek her bir kardeşimizin ortak emeğinin ürünüdür.

Kurum ve tabelalarla değil iman ve gönül bağıyla kaim olan bu birliktelik,  dönemin fıkhının gereklerine göre tercih edilmiş farklı teşkilatlanma modelleriyle bugüne taşınmıştır. Dönemsel olarak insanın veya kurumsal kimliğin öne alındığı tecrübelerimiz neticesinde, “insanı merkeze alan, sahada davet ve nitelikli insan eğitiminin, yerelde güçlü bir teşkilatlanmanın, merkezde güçlü bir temsiliyetin hedeflendiği” bir teşkilatlanma modeli benimsenmiştir. Fikriyatımızın toplumsal değişimin muharrik unsurlarından biri olabilmesi için, buna uygun, makul, sürdürülebilir, gerçekliğimizle örtüşen, şeffaf ve yenilenmeye açık bir teşkilatlanma yapısı, en az fikriyat kadar önem arz etmektedir.

Anadolu’nun çeşitli beldelerinde faaliyet yürüten kuruluşların,  yerel farklılıklarını muhafaza ederek, ortak değerler etrafında buluşmasını, tecrübelerini paylaşmasını, iyilik ve takva üzere yardımlaşmasını sağlayan teşkilatlanma modelimizin en temel prensibi “istişare”dir. İstişare kültürünü ayırıcı vasfı kılan hareketimiz,  bu kutlu seferde saf tutan her bir kardeşimizin seferin yönü hakkında da görüş belirtmesini temel bir hak olarak telakki etmektedir. Bu anlamda hem teşkilat hem de fikriyat konusunda tabandan tavana doğru bir yapılanmamız söz konusudur.

Bir hareketin en büyük gücü ve dayanağı, harekete gönül veren insanların dünya görüşlerini, yaşam ve mücadele biçimlerini belirleyen ve aynı zamanda hareketin kimliğini oluşturan ideal, değer ve ilkeleridir.

Misyonumuz

Hareketimizin varlık sebebi, çağımızın nöbetini tutmak üzere, mutlak örneğimiz Hz. Muhammed’in (sav) şahitliğinde, O’nun ümmetine karşı sergilediği örnekliği tüm insanlığa karşı sergileyerek ve O’nun insanlığa miras bıraktığı -insanlık için tek kurtuluş reçetesi olan- değerleri günümüz insanına ulaştırarak, insanlığa şahit olma vazifemizi yerine getirmektir.

Hedefimiz

Hareketimizin hedefi;

  • İnsan merkezli bir yaklaşımla, şeffaflık ve verimliliği esas alan çalışmalarla; kadın erkek omuz omuza, fertten aileye, aileden topluma, tüm insanlığı kuşatan bir toplumsal dönüşüm perspektifiyle, neslin ıslahı, arzın imarı ve medeniyetimizin ihyası için çaba sarf etmek,
  • İnsanlığı yeniden inanç ve adaletin huzur iklimine kavuşturma idealine ve bir dava şuuruna sahip; imanlı, ahlâklı, şahsiyetli bir öncü nesil yetiştirmek,
  • Küresel kapitalist sistemin kıskacında kıvranan insanlığı, İslam medeniyetinin merhamet, adalet, kardeşlik sunan kuşatıcı evrensel ilkeleriyle buluşturmak,
  • İnsanı yozlaştıran, yoldan çıkaran her türlü aşırılıklara karşı onu fıtrata çağırmak ve bu çağrının sonunda insanlığı, onu yüceltecek değerlerle buluşturmak,
  • İnsanlığa kurtuluş çağrısı olan İslam’ı, yol gösterici olan Kur’an’ın rehberliğinde ve “en güzel örneğin” (sav) örnekliğinde anlamak, yaşamak, insanlığa taşımak ve yeryüzünde yaşanılır kılmaktır.

Gayemiz

Hareketimizin gayesi, “Sizden, hayra davet eden, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır”[2] ilahi fermanının müjdesine ermektir.

Bir kulluk vazifesi olarak, bizi biz kılan manevî değerlerimizin özünü oluşturan vahyin nuruyla aydınlanmak, davet ve eğitim faaliyetleriyle insanlığın ufkunun aydınlanmasına katkı sağlamak, iyilik ve takva üzere yardımlaşarak sürdüreceğimiz İslami mücadele ile Yüce Rabbimizin rızasına ermektir.

İnsan merkezli ve medeniyet eksenli bir anlayışla, davet ve eğitim çalışmaları temelinde, toplumsal dönüşümü hedefleyen hareketimiz çalışmalarını aşağıdaki ilkeler çerçevesinde yürütmektedir.

İlkelerimiz

Tevhid

Bütün varlık âlemi, yegâne yaratıcı olan Yüce Allah’ın mülküdür. O (C.C.), mülk âleminin de melekût âleminin de, bugünün de ahiret gününün de mutlak ve tek hâkimidir; âlemlerin Rabbidir. Yaratmak da yönetmek de O’na aittir. O’nun buyrukları evrende yasa, irade sahibi varlıklar için teklif demektir. Bu dünyada mutlak itaate ve sınırsız sevgiye layık yegâne varlık Allah’tır. Hayatı anlamlı kılan hakikat O’nun varlığı olduğu gibi; duanın, kulluğun, yaşamın ve ölümün gayesi kılınabilecek sadece O’dur. Bu konuda hiçbir şey O’na denk ve benzer olamaz!

Sınırsız sevgiyle kendisine yönelenecek, şeksiz güven ile dua edilip sığınılacak, mutlak itaatle otoritesine boyun eğilecek, din günü kendisine hesap verilecek yegâne ilah Allah’tır! O (C.C.) erişilemez, sınırsız yüceliğiyle uluhiyyetinde aşkın; kâinatın ve hayatın her anında/her alanındaki tasarrufuyla rububiyyetinde içkin olandır.

Peygamberlerin insanlığa ortak çağrısı olan tevhid, bizim inancımız olduğu gibi, dünya görüşümüz ve yaşam biçimimizdir. Tevhid bizim davamız ve davetimizdir. Bu hakikate muhalif her türlü inançtan, düşünceden, düzen ve ideolojiden beri olmak, insan üzerindeki bütün tahakküm biçimlerini reddetmek en temel ilkemizdir.

Bugün insanlık üzerinde tahakküm kuran, yeryüzü kaynaklarını tekelleştirerek eşitsizliği ve adaletsizliği yaygınlaştıran, insanları fıtratından, toplumları değerlerinden uzaklaştıran, ekini ve nesli ifsat eden sömürücü küresel kapitalist sisteme ve onun İslam coğrafyasındaki uzantılarına karşı mücadele etmeyi tevhidî bir sorumluluk olarak görüyoruz.

İnsanlığı, insanı onurlu ve özgür kılan, kurtuluşa ulaştıran tevhid ve ahiret hakikatiyle;  yine insanlığa merhamet, adalet, kardeşlik sunan İslam medeniyetinin evrensel fikirleriyle buluşturmak davet mücadelemizin esasını oluşturur.

Gayemiz Allah, davamız i’la-yi Kelimetullah’tır.

Adalet

Toplumsal hayatta huzur ve dirliğin kaynağı adalettir. Yeryüzü nimetlerinin haksız bir şekilde sömürüldüğü, insanların fıtrî haklarından mahrum bırakıldığı, toplumların baskı altında yönetildiği günümüz dünyasında insanlığın en temel ihtiyacı adalet ve özgürlüktür. Yeryüzünün neresinde olursa olsun zulme uğramış, adalet arayan insanların savunucusu olmak insani ve İslami bir sorumluluktur.

Her bir insanın onuru ve özgürlüğü korunmayı hak eder. Öncelikle içerisinde yaşadığımız toplum olmak üzere bütün insanlık için taşıdığımız kaygılar, bizleri, dünyayı sarmalına almış zulüm ve sömürü düzeninin baskılarından insanlığı özgür kılmak üzere mücadeleye sevk etmektedir. Zira ancak başkasının hukukunu ve özgürlüğünü kendi hukuk ve özgürlüğümüz gibi savunduğumuz oranda adil ve ahlâklı olabiliriz.

  • Mazlum, mağdur ve muhtaç her bir fert için verilen mücadeleyi İslami mücadelenin önemli bir boyutu olarak telakki ediyoruz.
  • İslam hukukunun temel maksatlarını oluşturan “can, mal, din, akıl ve nesil emniyetinin sağlanması” için çalışmak görevimizdir.
  • Sadece kendimiz için değil herkes için hak ve adalet mücadelesi vermek, kimliğini sormaksızın “mazlumun yanında ve zalimin karşısında yer almak”, hakkı ayakta tutmak, adil şahitlik yapmak, bir topluluğa olan kinimiz nedeniyle adaletten sapmamak temel şiarlarımızdır.
  • İnsanlarla münasebetimizde yaklaşımımız; tanımlamak yerine tanımaya çalışmak, yargılamak yerine anlamaya çalışmak, herkese karşı ve her konuda hakkaniyet ve merhamet ölçüsünde davranmak, görevlendirmede liyakat ve ehliyeti esas almaktır.
Ahlâk

Yüce Allah tarafından teyit edilmiş -düşmanlarını dahi hayran bırakan- “yüce bir ahlâka” sahip olan Peygamberimiz (sav), güzel ahlâkı tamamlamayı nebevi misyonu olarak tanımlamıştır. İnsan fıtratının güzellik ve hayırla donatıldığını ortaya koyan İslam, insanın yaratılışına uygun tavır ve düşünceler geliştirmesini temin edecek ahlâki ilkeler içermektedir. Davranışlardan önce niyetlere istikamet kazandıran ve ahlâkı Hâlık’a bağlayan bu ilkeler, vahyin ilk mesajlarıyla imanla birlikte inşa edilmiştir.

  • Güzel ahlâkla donanmak ve şahsiyet kazanmak her Müslümanın asli vazifesidir. Bunu gerçekleştirmek eğitim çabamızın öncelikli hedefidir. Kendi içinde tutarlı bir ahlâki bütünlüğe ulaşmayan hiçbir fert veya topluluğun, bir davet mücadelesi sürdürmesi düşünülemez.
  • İslam’ı sadece namaz, oruç, hac gibi kulluğun temel ibadetleriyle anlamak, insanlığı her türlü sıkıntıdan kurtarmak için gönderilmiş olan bu dini yanlış anlamaktır. İslam, öncelikle bir ahlâk dinidir. Hedefi ahlâklı insan, ahlâklı aile, ahlâklı toplum ve ahlâklı bir dünya inşa etmektir. Tarih boyunca birçok belde savaşılmadan, ticaret ve davet için o beldelere giden Müslümanların güzel ahlâkının gönüllerde taht kurmasıyla fetholunmuştur. Asıl fethin, yüreklerin fethedilmesi olduğuna inanıyoruz.
  • Fertleri ve toplumları huzurlu ve mutlu kılan en önemli değer ahlâki erdemlerdir. Dünyayı içerisinde bulunduğu ahlâk buhranından çıkarabilecek tek kurtarıcı İslam’ın güzel ahlâk nizamıdır. Ancak insanlığın bu kurtarıcıyla buluşabilmesi, öncelikle, aynı krizi yaşayan Müslümanların İslam’ın güzel ahlâk prensiplerine sımsıkı sarılarak İslam ahlâkıyla ahlâklanması ve insanlığa pratik bir örneklik sunmasıyla mümkündür. Temiz bir kalp, selim bir akıl, samimi bir duyarlılıkla sunulacak böyle bir örnekliğin/şahitliğin sorumluluğunu omuzlarımızda hissediyoruz.
  • Bir Müslümanın veya İslamî camianın öncelikli olarak taşıması gereken sıfat “emin/güvenilir” olmaktır. Bu nedenle, çalışmalarımızda yer alan kardeşlerimizin bu sıfata haiz olmalarını yol arkadaşlığımızın ön şartı olarak görüyoruz.
Merhamet

Rahmeti kendi üzerine yazan Yüce Rahmân’ın kulları, âlemlere rahmet olarak gönderilen elçisinin ümmetiyiz. Allah’ın mahlûkatına yönelişinde rahmet, Peygamber Efendimizin insanlarla münasebetinde merhamet esastır. Bizi mücadeleye sevk eden neden, özünde, insanlığa karşı beslediğimiz merhametimizdir. Bu nedenledir ki;

  • Bizler kendimiz için istediklerimizi tüm insanlık için istemekteyiz. Bu isteğin başında, dünya huzuru ve ahiret mutluluğu gelmektedir.
  • Uhrevi kurtuluşu esas almayan hiçbir çabanın insanlığa huzur getiremeyeceğine ve kendi kurtuluşumuzun bütün insanlığın kurtuluşu için mücadele etmemize bağlı olduğuna inanarak hareket ediyoruz.
  • Mücadelemizi, davetle birlikte yardımlaşma ve iyilik hareketi olarak tanımlıyor, sosyal dayanışma ruhunu diri tutarak, hayırlarda yarışma prensibiyle, maddi ve manevi yardımlaşmayı kurumsallaştırarak yaygınlaştırmayı hedefliyoruz.
  • Yeryüzünü kuşatacak bir merhamete sadece insanlar değil, canlı/cansız yeryüzündeki tüm varlıklar muhtaçtır. Şunu çok iyi biliyoruz ki içindekilerle beraber tabiat, Allah’ın birer ayeti ve insana emanetidir. Bu ayetleri en doğru şekilde anlamak, bu emanetin farkında olmak, insanlığa emanet edilmiş bir çevre ve varlık bilincinin kazandırılmasına çalışmak görevimizdir.
  • Genlerine müdahale edecek kadar azgınlaşarak ekini ve nesli ifsat eden, doğayı hoyratça sömürüp kirleten küresel kapitalizmin sömürüsüne karşı neslin ıslahı ve arzın imarı için mücadeleyi bir merhamet ve emanet sorumluluğu addediyoruz.
Uhuvvet, Ümmet ve Vahdet Bilinci

Rabbimiz müminleri kardeş ilan etmiştir. Kardeşlik hukuku birbirimize karşı; sevmeyi, birbirimizi nefsimize tercih etmeyi, yardımlaşmayı, zulmetmemeyi, zulme teslim etmemeyi, merhametle davranmayı gerektiren hak ve sorumluluklar doğurmaktadır. Müslümanların kavminin, kültürünün, mezhebinin, meşrebinin farklı olması kardeşliğe ve bunun gerektirdiği sorumluluklara engel değildir.

İnsanın kendi kavmine yakınlık duyması fıtrî, bir mezhebe uyması da tabii bir durumdur. Ancak kavmiyetçilik cahiliyeye, mezhepçilik de cehalete dayalı bir hastalıktır.

Bu hastalıkların pençesinde kıvranan ve dünya nüfusunun önemli bir kısmını oluşturan Müslümanların; yapay sınırlar, kukla rejimler, ulusçu yaklaşımlarla parçalandığı son bir asırda, tarihin öznesi olmaktan uzaklaşarak suyun üzerindeki çer-çöp gibi sürüklendiğine şahitlik ediyoruz.

Müslümanların, emperyalist emeller, bölücü ameliyeler karşısında tek yürek olabilmesi; emperyalizme hizmet eden ırkçı, mezhepçi ve ideolojik körlüklerden kurtulmasıyla mümkündür. Parçalanmışlık ve işgal önce zihinlerde başlamış, daha sonra coğrafyalarda gerçekleşmiştir. Bu nedenle önce zihinlerdeki parçalanmışlığa bir son vererek, tefrikaya neden olan –başta kavmiyetçilik ve mezhepçilik olmak üzere- bütün taassuplardan kurtulmak gerekmektedir.

Renklerimizin ve dillerimizin farklı olması tanışıp kaynaşmamızı sağlayacak birer ayet, farklı mezhep ve düşüncelere sahip olmamız ise özünde bir rahmettir. İslam kardeşliği, bu farklılıkları zenginlik olarak görebilmeyi ve birbirimizi merhametle kuşatmayı gerektirir.

Bu konudaki temel yaklaşımımız;

  • Kendimizi ümmetin bir parçası olarak görmek, yeryüzündeki Müslümanların tamamını kardeş bilmek, onların dertleriyle dertlenmek, sorunlarına duyarlı olmak, bu sorunların çözümü için gayret etmek ve bu ruha sahip olmak imanî bir sorumluluğa sahip olmak,
  • Kardeşlerimizin haklarına ve farklı bakış açılarına saygı göstermek; birbirimizden merhamet, sevgi, hoşgörü ve nezaketi esirgememek,
  • İhtilaf ettiğimiz konularda birbirimizi mazur görmek, ittifak ettiğimiz konularda da omuz omuza vermek,
  • Ülkemizde Müslümanların kazanımlarına bir bütün olarak sahip çıkmak, bütün İslami camialarla kardeşlik temelinde ilişki kurmak, her biri için hayır dilemek, başarılarını başarımız olarak görüp sevinmek, birliktelik ruhunu diri tutacak çalışma zeminleri oluşturarak hayır üzere yardımlaşmak,
  • Küfrün tek millet, emperyalizmin tek cephe olduğu; kaderimizin ve özgürlüğümüzün birbirimize bağlı bulunduğu günümüz şartlarında, İslam dünyasına çöreklenmiş küresel sömürü ve işgale karşı ümmet bilinci ile küresel ölçekte bir direnişin zorunlu olduğunu görerek ümmetin vahdeti ülküsünü taşımak, bunun için çalışmak, buna katkı sağlayacak sosyal, kültürel, ekonomik, siyasi her türlü işbirliği ve girişimleri desteklemektir.
Vasat Olmak

Vasat ümmet olmak; önümüze konulmuş bir hedef,  samimiyet, iyi niyet ve sahih bilgiyle ulaşılabilecek bir mertebedir. Anlayış ve yaşayışta ifrat ve tefrite sapmaktan koruyacak itidal çizgisidir. Bu çizgiyi yakalayabilmenin yolu, ilim ve hikmete sarılmaktan, murad-ı ilahiyi doğru kavrayıp sünnet-i seniyyeye uymaktan geçer. Bu çerçevede,

  • Kur’an ve sünnet bütünlüğünü dini doğru anlamanın vazgeçilmezi olarak görüp dini anlayışımızı ve yaşayışımızı Kur’an ve sahih sünnete göre şekillendirmeyi; rivayet kaynaklarımız hakkında toptan retçi ve toptan kabulcü yaklaşımlardan uzak durarak, sahih hadis tespitinde usûlü ve ehil ulemanın tespitlerine hüsn-ü zannı esas alıyoruz.

İslam, Peygamber Efendimizin (sav) ümmetine emanet bıraktığı, doyasıya yudumladığımızda sapmayacağımız iki kaynaktan beslenen ilim ırmağıyla insanlığa ulaşmıştır. Kur’an ve Sünnet kaynağından beslenen bu ırmağın tarihi akışı içerisinde, karşılaşılan yeni meselelere içtihatla can suyu veren âlimlerimiz, yaşadıkları dönemin sorularını cevaplamış, sorunlarına çözüm üretmiş, toplumu aydınlatmış, İslam’ın her çağa ve coğrafyaya canlı bir şekilde hitap ettiğini ortaya koymuşlardır. Yeni kültür ve bilgilerle karşılaşan Müslümanlar, kuşatıcı bir yaklaşımla bunları ele almış ve bunların hakikatten payı olan kısmını içselleştirmişlerdir. Bizler de aynı yolu takip ederek;

  • Hikmeti yitik malı olarak gören bu yaklaşımın ve dinamik fıkıh anlayışının bugünün âlimleri tarafından da ayakta tutulmasını zorunlu görüyoruz.
  • Tasavvurlarımızın temel bilgi kaynaklarımızdan azami ölçüde istifade edilerek şekillenmesini ve hayat modelimizin bunun üzerine inşa edilmesini sağlamak için eğitimde Kur’an ve Sahih sünneti temel müfredatımız olarak benimsiyoruz.
  • Kulluk bilincine sahip, ahlâklı ve nitelikli insanlar yetiştirmek üzere uyguladığımız eğitim çalışmalarımızda, bilginin bilince ve amele dönüşeceği bir terbiye ruhunun egemen kılınmasını hedefliyoruz.
  • Hareket fıkhının, fikriyat ve müfredatın oluşturulup güncellenmesinde, ihtilaflı konuların vuzuha kavuşturulmasında ulemanın rehberliğini zorunlu görüyoruz. Bu rehberliği gerçekleştirebilecek liyakatte, İslami ilimlerde derinleşmiş, günümüz realitesini ve dünya olaylarını okuyabilen, İslami harekete ve topluma önderlik edebilecek âlimlerin yetiştirilebilmesi için özel bir çaba göstermenin elzem olduğuna inanıyoruz.
  • İnsanlığın umut ve beklentilerini karşılayabilmek için Müslümanların, akıl ile kalbi, vahiy ile bilimi mezcedecek bir bakış açısıyla yeniden bilgiyi kuşanması ve hikmete ram olması gerektiğine inanıyoruz.

İlim ve hikmet ışığında itidal çizgisinin gereği olarak gördüğümüz bir yaklaşımla;

  • Kendimizi, “hak üzere olan ama kendisini hakikatin merkezinde görmeyen” bir hareket olarak tanımlıyoruz.
  • Farklı yorum sahibi ehl-i kıbleye karşı dışlayıcı, tekfir edici, yargılayıcı değil; ikna edici bir dil, davetçi bir kimlikle yaklaşmayı tercih ediyoruz.
  • Kur’an-sünnet, dünya-ahiret, hayat-ibadet, tevekkül-gayret, ilim-amel gibi birbirinden ayrılması mümkün olmayan tüm temel olgulara dengeli yaklaşmayı, her türlü aşırılık ve taassuptan kaçınmayı benimsiyoruz.
Meşveret

İstişare, Allah-u Teâlâ’nın, Resulüne (sav) emrettiği, O’nun da işlerini yürütürken uyguladığı bir yönetim tarzı ve çalışma ahlâkıdır.  İşlerimizi aramızda şura ile yürütmek hareketimizin en belirgin özelliğidir. Çabalarımızın ete kemiğe bürünüp kalıcılaşması, ancak istişare zeminlerinde ortak aklın öngördüğü yönde kurumsallaşması ile mümkündür. Temsiliyette adaletin gözetildiği bir katılımla, ehliyet, liyakat ve emek sahibi kardeşlerimizin yer aldığı istişare zeminleri, hareketimize “ortak akılla” yön verilmesini sağlamaktadır.  Zira kurumsal/ortak akıl en az kurumsal kimlik kadar önemlidir. Birlikte güzel işler yapabilmek için birlikte düşünmek birlikte karar vermek gerekir. Bunu sağlayabilmek için;

  • Teşkilatlarımızda ve tüm faaliyetlerimizde istişareye dayalı işleyiş esas alınmakta; istişare mekanizması, yerelden genele her merhalede, tabandan tavana doğru ve bir hukuk çerçevesinde yürütülmektedir. 
  • Ümmeti ve ülkemizi ilgilendiren genel meselelerde, inandığımız değerleri toplumsallaştırmak ve sorunların çözümünde yer almak için doğru olan tavrın, diğer camialarla istişare zemininde ortak hareket etmek olduğunu düşünüyoruz. 
  • İstişare kültürü içerisinde, eleştiriye açık olmayı ve özeleştiri yapmayı önemsiyoruz. Fikriyat, teşkilat ve faaliyet anlamında gelişimin temel koşulu eleştiriye açık olmaktır. Mücadelemize omuz vermiş her kardeşimiz için eleştirmeyi bir hak, eleştiri ahlâkına riayet etmeyi bir sorumluluk; hareketimiz için de özeleştiriyi görev kabul ediyoruz.
Nebevi Yöntem

Mücadelemizi bir kulluk vazifesi olarak yürütüyor ve bunu nebevî yöntemle sürdürmenin ibadî bir sorumluluk olduğuna inanıyoruz. Bizi O’na yönlendiren, O’nu bize örnek kılan “Şüphesiz Allah’ın Resulünde sizin için güzel bir örnek vardır.”[3] buyuran Rabbimizdir. O gökyüzünün öğrencisi, yeryüzünün öncüsü ve tüm zamanların en güzel örneğidir. Peygamber Efendimiz’in (sav) bi’set sonrası mücadelesi ve Kur’an-ı Kerim’de kıssaları anlatılan elçilerin (as) örneklikleri, hareketimizin yol haritasıdır. Bu haritanın temel çizgileri şunlardır:

  • Vahyin ışığında tevhidi bilinçlenmeyi esas alarak, inanç ve ahlâk değerlerimizin bireysel ve toplumsal hayatımıza rengini vermesini sağlayacak davet ve eğitim faaliyetleriyle İslamî bir dönüşüm gerçekleştirmek.
  • Nesli ıslah, toplumu inşa yolunda bir başımıza da kalsak eğip bükmeden, öğretiden ödün vermeden, akılları harekete geçirecek İbrahimî bir mücadeleyi esas almak,
  • İslam’ın uhrevi ve dünyevi kurtuluş çağrısını en yakın çevremizden başlayarak duyurmak ve aile merkezli bir mücadeleyi öncelemek.
  • Davet ve tebliğde, uyarıcı ve müjdeleyici tüm mesajları kavl-i leyyin ile sunmak, ikna yöntemiyle hareket etmek, her türlü baskı ve şiddetten uzak durmak.
  • Resulüllah’ın (sav) davet, hicret, devlet, cihat gibi mücadelesinin her aşamasında hassasiyetle tatbik ettiği gibi planlı ve teşkilatlı olarak hareket etmek.
  • Mücadelede sürekliliği; bireysel ve toplumsal değişimde tedriciliği esas alarak İlahî ilkelerin hayatın her alanına hâkimiyetini hedeflemek.
  • Günün şartlarına göre hareket fıkhını belirleyerek anın vacibini önceleyen bir yol izlemek. 
  • İnandığımız değerleri toplumsallaştırırken, toplumsal sorunlara duyarlı olmak ve bunların çözümü için çaba sarf etmek. 
  • Bütün insanlığa hitap eden çağrısı, zamanı ve mekânı aşan değerler sistemiyle evrensel bir nitelik taşıyan İslam’ın mesajını tüm insanlığa ulaştıracak bir sorumluluk duygusu ve kuşatıcı bir medeniyet ufkuyla hareket etmek.
  • Yeryüzünde İslam güneşinin aydınlatmadığı yer, fitne karanlığından eser kalmayıncaya kadar sürdürülecek bu mücadeleyi, dünyevi hiçbir beklenti içerisine girmeden sadece Allah rızası için gerçekleştirmek.
Mücahede Ruhu

Sadece rıza-i ilahi için yürütülen çalışmalarımızın içerisinde yer almak gönüllülüğe bağlıdır. Ancak bir kulluk görevi olarak ortaya konulan bu çabaların içerisinde olmak, bu göreve layık bir ciddiyeti, fedakârlığı, cehdetmeyi gerektirir.

Hakiki bir iman insanı harekete sevk eder. İmanımızın gerektirdiği aksiyonu yaratılış amacına uygun olarak harekete geçirmek zorundayız. İslam bizden sadece “iyi” olmamızı değil, kötülüğe karşı eliyle, diliyle, kalbiyle mücadele eden “aktif iyi” olmamızı istemekte ve kurtuluşumuzun buna bağlı olduğunu bildirmektedir.

Şerle/münkerle mücadeleyi, şeytanlara direnmeyi emretmeyen bir dinin, insanlığa barış, adalet ve özgürlük sunması düşünülemez. Tevhidin “La!/Hayır!” ruhu, Müslümanların küresel emperyalizme karşı direniş bilinciyle kuşanmasını gerektirir.

Kötülüğü def etmek, İslam’ı yaşamak ve O’nun çağrısını insanlığa taşımak için içerisinde bulunduğumuz şartların bize yüklediği sorumluluğu layıkıyla yerine getirmek zorundayız. Bu sorumluluk da bazen nefse diz çöktürmek, bazen ilim yolunda dirsek çürütmek, bazen davet, bazen infak, bazen ana-babaya hizmet, bazen zalim bir hükümdar karşısında hakkı haykırmak, bazen küfrün fitnesini def etmek için Allah yolunda küffarla cenk etmekle olur. Her şartta bu sorumluluğun yükünü taşıyabilmek, bu mukaddes yükün gerektirdiği mücahede ruhuna sahip olmakla mümkündür. Çünkü Allah, uğrunda cihad edenlere yollarını gösterir.

Cihad, insanla İslam arasındaki engelleri kaldırmak için bütün güç ve imkânlarla seferber olmak demektir. İnsanın kendi nefsinden başlayarak sürdürmesi gereken, arada engeller bulunmaksızın tüm insanlığın İslam’ın nuruyla buluşmasını hedefleyen bitimsiz bir gayret ve aksiyon halini ifade eder. Cihad kavramı; bilerek veya bilmeyerek bazı Müslümanları küresel emperyalizmin piyonu kılan, Müslümanın namlusunun Müslümanlara ve masumlara yönelmesine neden olan, cihadı cinayete dönüştürücü sığ anlayışlara terkedilemeyecek kadar önemli, kıtal kavramı içerisine hapsedilemeyecek kadar geniş bir kavramdır. O, vahyin “Kalk ve uyar!” buyruğuyla başlayan mücadele ruhunu ifade eder.

Bu ruhla Müslüman, davasının ve davetinin şahidi olmalıdır. Şehadet, Allah yolunda olmayı ve Allah yolunda ölmeyi ifade eden bir kavramdır. Bunların ilki kulluk sorumluluğumuz, ikincisi bu sorumluluğu gereğince yerine getirirken Allah’ın lütfuyla bahşedilen bir neticedir.

Şehadet, sözümüze amelimizle, iddiamıza hayatımızla tanıklık etmemiz, davamıza sadakati örnekliğimizle ortaya koymaktır.

Son nefesimize kadar Allah yolunda olmak en büyük vazifemiz, son nefesimizi Allah yolunda vermek de en yüce temennimizdir.

Bağımsızlık

Bir mücadelenin ilkeli ve sürekli bir yürüyüşe sahip olabilmesi, çalışmalarını kendi özgün kaynaklarına dayanarak sürdürmesiyle ve herhangi bir dış güce bağımlı olmamasıyla mümkündür. Bu yeterlikte olmayan yapıların, yaslandığı güç odaklarının amaçlarına hizmet eden bir araç durumuna düşmesi kaçınılmazdır. Bu nedenle;

  • Toplumsal ıslah mücadelesinin bir aktörü olarak, fikren ve madden kendi ayaklarımız üzerinde durmayı, düşünsel ve kurumsal yapımızın her türlü dış güçten bağımsız olmasını ilkesel bir tutum olarak benimsiyoruz. 
  • Resmi veya özel kurumlarla ortak projeler yürütmeyi hareketimizin -ilke ve değerleriyle çelişmemesi kaydıyla- münasip görüyoruz.
  • Toplumsal hayat üzerinde etkin bir güç olan siyaseti göz ardı etmeksizin, siyaset üstü bir duruşu muhafaza ederek, günlük politik çekişmelerden ve herhangi bir siyasi partinin uzantısı algısına neden olacak tutumlardan uzak durmayı davetçi kimliğimizin gereği görüyoruz. 
  • İçerisinde yaşadığımız toplumu her yönüyle etkileyen siyasi karar ve tutumlara karşı duyarsız kalmayarak, ilkeli bir tavırla, eğip bükmeden doğruya doğru, yanlışa yanlış demenin, İslam’ın temel değerlerine ve toplumsal maslahata hizmet eden karar ve uygulamaların arkasında, bunlara aykırı anlayış ve uygulamaların karşısında durmanın toplumsal ıslah mücadelemizin yüklediği bir sorumluluk olduğunu düşünüyoruz.
Şeffaflık

Bir hareketin davetiyle muhatapları arasında bir perdenin oluşmaması, başkaları tarafından tanımlanmasına fırsat verilmemesi için fikriyat ve teşkilat boyutuyla yeterince açık olması ve kendisini tanınır kılması gerekmektedir. Bu nedenle;

  • Teşkilatlanma ve faaliyetlerimizde şeffaflığı, fikir ve davetimizde açıklığı, çalışmalarımızda meşruluk, açıklık ve hesap verilebilirliği güvenilir olmanın şartı; kimlik ve amacımızı topluma net olarak açıklamayı da öncelikli görevimiz olarak kabul ediyoruz.
  • Fikri ve fiili bütün çalışmalarımızı, ilkelerimiz çerçevesinde ve bir teşkilat bütünlüğü içerisinde; nitelikli, verimli, planlı, programlı, denetlenebilir, hesap verebilir, açık, özgün, şeffaf bir yapıyla sürdürme prensibiyle hareket ediyoruz.
  • Tevhid, adalet, hikmet, ahlâk ve edep ekseninde yeni bir ihya ve inşa mücadelesi gerçekleştirebilmek ve inanç değerlerimizi hayata hâkim kılabilmek için, fedakârlık, hasbîlik, gönüllülük yanında meşruluk, şeffaflık ve tanınırlık prensipleriyle kurumsallaşmayı elzem görüyoruz.
  • Çalışmalarımızı ve görevlendirmelerimizi açık ve şeffaf bir süreçle gerçekleştirmeyi ve teşkilatlarımızda görev alan herkesin, gerektiğinde sorumluluk alanıyla ilgili hesap verebilmesini, temel bir ilke olarak benimsiyoruz.
Medeniyet Ufku

İnsanlık tarihinde medeniyetin doğuşunu sağlayan öz, nübüvvettir. Ancak tarihi süreçte insanlığın bu özden uzaklaşmasıyla farklı medeniyetlerin doğuşu söz konusu olmuştur. İslam Medeniyeti güneşinin son doğuşu Hz. Muhammed (sav) ile olmuş ve bu medeniyetin doğduğu şehir “Medine-i Münevver’e” (aydınlık şehir) olarak isimlendirilmiştir. Bu medeniyet güneşi asırlarca Medine’den Bağdat’a, Mekke’den Şam’a, Buhara’dan Kurtuba’ya, Kudüs’ten İstanbul’a yeryüzünün büyük bir coğrafyasında insanlığı aydınlatmaya ve ısıtmaya devam etmiştir. 

İslam medeniyeti, insanı merkeze alan, ilim, hukuk ve adalet temelinde yükselen, sarsılmaz bir özgüvenle farklı kültür ve medeniyetlerin güzelliklerini içselleştirmiş, engin bir hoşgörüyle farklı inanç ve ırklara mensup insanların çatısı altında huzurla yaşamasını sağlamış, vakıf geleneğiyle tüm canlılara hizmet etmeyi kurumsallaştırmış kuşatıcı ve evrensel bir medeniyettir.

Ancak son birkaç asırda, yeryüzü kaynaklarını vahşice sömürerek ekonomik ve askeri gücü elde eden Batı medeniyeti bu güneşi gölgelemiş, bu süreçte İslam ümmeti, içerisine girdiği yenilmişlik psikolojinin ve maruz kaldığı saldırıların derin travmasına mahkûm olmuştur.

Bu travmanın etkilerinden kurtulabilmek için, medeniyet köklerimize inmemiz, kadim İslam medeniyetinin ürettiği ilim, sanat, edebiyat, mimari gibi bütün kültür ve değerler mirasının bize ait olduğu şuuruyla, medeniyet birikimimizden istifade ederek çözümler üretmemiz gerekmektedir.

Diğer medeniyetlerin, modern Batı medeniyetinin tüketici baskısı altında ölü havzalara dönüştüğü günümüz dünyasında, insanlığın sığınabileceği yegâne liman İslam medeniyetidir. İnsanlığın o medeniyetin ışığıyla aydınlanmasını, ısısıyla huzur bulmasını sağlamak için İslam medeniyetini yeniden ikame etmek, O medeniyetin varisleri olan Müslümanların insanlığa karşı sorumluluğudur. Bunun için güçlü bir medeniyet ufkuyla, İslam’ın gölgesinde hayatın her alanına dokunmuş medeniyet mirasımızı ihya etmek üzere, her bir Müslüman fert yeteneğini, her bir Müslüman millet imkânlarını seferber etmelidir.

İnsan ve Değer Hareketi olarak şiarımız, Allah Rasulünün Medine’de mayaladığı ve ashabının tüm insanlık coğrafyasına yaydığı medeniyet ufkunu, insanlığın önüne yeniden bir kurtuluş reçetesi olarak sunmaktır.

Gayret bizden, tevfik Allah’tandır.


[1] Bakara Suresi/143

[2] Âl-i İmran Suresi/104

[3] Ahzab Suresi/21