Din, Akıl ve Batı

Âlimler/bilginler toplumların hayat damarlarıdırlar. Toplumların gelişmesi ve medeniyetlerin
oluşması âlim/bilginlerin çalışmaları ile doğru orantılıdır. Tersi de mümkündür önce
âlim/bilgin azalır veya yok olur sonra da toplumların gerilemesi ve medeniyetlerin çöküşü
başlar.


Âlim/bilginlerin üretebilmeleri için özgür ortamlara ihtiyaç vardır… Fikir, düşünce ve hareket
özgürlüğünün olduğu ortamlar… Özgürlüğün kısıtlandığı dönemlerde bilimsel faaliyetlerde ve
ilmi çalışmalarda üretim azalır ve özgünlük ortadan kalkar. Böyle olunca sadece selefin
ürettikleri tekrar edilir. Bu sebepten ötürü kutlu elçi “Bir müçtehit, içtihat eder ve
içtihadında isabet ederse iki sevap; hata ederse bir sevap kazanır.” (Buhari, İ’tisam, 21;
Müslim, Akdıye, 15)buyurarak alimin bilimsel faaliyetlerde bulunduğunda zihinsel olarak
kendisini rahat hissetmesi ve ortaya koyduğu çabanın isabetli olup olmadığı endişesini
taşımamasını istemiştir..


İslamın insanlığa ışık verdiği, bilimsel gelişmelere müslümanların damga vurduğu zamanlarda,
Alimler kendi aralarında bilimsel faaliyetleri tartışır geliştirir veya reddiyeler yazarlardı. Ancak
bu ilmi faaliyetler halk tabakasına/avama indirgenmezdi. Ve kendi aralarında yaptıkları bu
yazışmalar, ilaveler, tartışmalar ve reddiyeler ilmi havzamızı besleyen nehirler gibi bu
muazzam ilmi havzayı doldururlardı…


Bugün Müslümanların en büyük sorunlarından bir tanesi içtihat mekanizmasının işletilmemesi
olarak kabul edilir. Bu doğru bir teşhistir. Ancak bunu gidermek için içtihat mekanizmasını
işletilmesi gerekir. İçtihat eski olanı aktarmak değildir. Dünü bugüne getirmek hiç değildir.
İçtihat dinin bugünkü hayatla buluşmasıdır. Bugünkü hayatla dinin buluşması için bugünü
yaşayan insanlara geçmişteki yorumlardan ziyade güncel yorumlamalara ihtiyaç vardır. Aksi
takdirde bugünün insanları dünü taklit etmek mecburiyetinde kalırlar. Ya da din toplum
hayatında güncelliğini yitireceğinden insanlar dinle aralarına mesafe koyarlar.
Diğer taraftan yeni söylem adı altında, dinin/ inancın kendisini tartışma konusu yapmak veya
dinin yegâne referans kaynağı olan kitap ve sünnetin (varlığı-yokluğu) kendisini tartışma
konusu yapma girişimleri dünden bugüne Müslümanlara ne entelektüel boyutta ne de ameli
boyutta hiç bir şey kazandırmamıştır.


Buradan hareketle güncel olarak karşılaştığımız en önemli sorunlardan birisi; din ile ilgili
gençliğin önüne ya dünün yorumları getirilmekte veya dine sorunlu yaklaşım biçiminden
ziyade dinin kendisi tartışmaya açılmaktadır. Gençlerin, sadece dünün yorumlarına dayanarak
üretmeleri, insanlığa umut olmaları imkânsızdır. Bu durumda geçmişi taklit etmekten öteye
geçemeyeceği gibi dini tartışma konusu yapıldığında ise dine seküler yaklaşacak ve kendisi
olmaktan çıkacaktır.


Bugün bu iki sorunlu yaklaşım maalesef gençleri tatmin etmemektedir. Son zamanlarda yazar
ve akademisyenler arasında, bir takım konferans veya panellerde ya da makalelerde ciddi
tartışmalara sebep olan fikirler ortaya atıldı… Bu fikirler neticesinde ya din/inanç sorgulandı
veya fikir sahibinin akidesi…


Bu tartışmalar başta kendi coğrafyamız olmak üzere tüm Müslümanların yaşamış olduğu
coğrafyalardaki insanların zihnini ve ufkunu açmak şöyle dursun, zaten sorunlu olan
zihinlerin daha da karışmasına sebep olmaktadır.


Toplumların din ile ilişki biçimi her zaman araştırmaya değer bir konu olmuştur. Din
toplumları şekillendiren önemli bir olgu olduğu için toplumlar kendi gelişmişliğini veya geri
kalmışlığının müsebbibi olarak dini görmüşlerdir.


Dini, insanlara sunan azizler, dailer veya davetçiler zamanla kurumsallaşırlar. Dini temsil
eden kurumlar, din adına hareket edip kararlar alıp vermeye başlarlar. Burada dikkat edilmesi
gereken önemli bir husus; dini metinlerin kendisi maksat ve gayesi doğrultusunda bir
temsiliyet söz konusu olduğu zaman meşru kabul edilebilir. Aksi durumda bu temsiliyet
meşru değildir. Dinin maksad ve gayesi anlaşılmadığı zaman din adına haksızlıklar ve
usulsüzlükler söz konusu olur.


Dinin insanlara ulaşması vahiy yolu ile gerçekleşir. Vahyi anlama ve yorumlama da akıl yolu
ile olur. Fert olarak insanın ve toplumun dünya hayatında uyacağı ilke ve erdemler vahyin
temel mesajlarıdır. Kirlenmemiş, formatı bozulmamış, saf akıl her dönem vahyi, geliş
amacına uygun olarak idrak eder.


İnsan, vahyin inzali için yegâne sebeptir. Vahiy ancak insanla ete kemiğe bürünür. Vahiy
insan içindir. Vahyi kıymetli kılan insandır. Akli melekelerini yitirmiş insan vahye muhatap
değildir… İnsanı kıymetli kılan akıldır.


Yaratıcı; asıl, gerçek, en iyi olan ve her şeyi yaratandır. İnsan, yaratılanların doğru bilgisine
O’nun verdiği akıl ile ulaşır. İnsan doğuştan bilgi sahibi değildir… İnsan, akıl ile tabiattan
aldığı duyumları alır bilgiye dönüştürür ve açığa çıkartır… “Akıl bilginin taşıyıcısı değil
bizzat üreticisidir”(Aristo)… İnsan canlıdır ve tüm canlılardan farklıdır… Bu farkın sebebi
akıldır… Akıl canlı olarak insanı tüm diğer canlılardan farklı kılar… İnsan müstesna bir
varlıktır… Tüm kainat insan emrine musahhar kılınmıştır.(2:29; 45:13)


Akıl ürettiği bilgi neticesinde toplumları dönüştürür ve medeniyetlerin oluşmasını sağlar. Akıl
üretmezse taklit eder. Taklit eden akıl toplumları dönüştüremez. İslam aklı üreten akıldır.
Üretmeyen akıl İslam aklı olamaz… Bugünden hareketle üretmeyen akıl Müslüman’ın
(güncel) aklı olabilir ancak İslam aklı asla olamaz.


Akla en büyük değeri vahiy vermiştir. Harekete geçirmeyen, değişime zorlamayan, üretmeyen
ve pasif kalan aklı, vahiy harekete geçirerek önce kainat kitabını okumasını, yeryüzünü ve
gökyüzünü incelemesini ve bunlar arasında bağlantı kurmasını istemiştir.(2:164;12:101-105;
29:44;30:22;45:3-13)


“Bir bakıma akıl ve vahyin karşılaşmasıyla, akılla önce vahyin vücûd buluşu ispat edilmekte,
ondan sonra da vahiy akla vücûd vermektedir. Râgıb el-İsfahânî (ö. 502/1108) bu gerçeği
temel ve bina benzetmesiyle izah etmektedir. Ona göre, akıl, ilâhî kanun (eş-şer‘) olmadan
doğru yolu bulamaz ve ilâhî kanun ancak akılla açıklığa kavuşur. Akıl temel, ilâhî kanun bina
gibidir. Bina olmadan temel fayda vermez, temel olmadan da bina sabit kalmaz” (Râgıb elİsfahânî, Tafsîlü’n-neş’eteyn ve tahsîlü’se‘âdeteyn (nşr. Abdülmecîd en-Neccâr), Beyrut: Dârü’l-Garbi’l-İslâmî, 1408/1988.s. 140-141.) (Bu alıntı Hülya Alper’in Milel ve Nihal
dergisinden alındı)


Öncüsü vahiy olan akıl, yaratıcının murat ettiğini gerçekleştirmeye muktedirdir. Vahyin
öncülük etmediği (İslam öncesi)Arap toplumu aklı, cahili toplum alarak literatüre geçmiştir.
Cahili toplum kısa sürede insanlık tarihinin eşine az rastladığı bir medeniyet inşa etmesi
vahyin öncüsü olduğu akıl sayesinde gerçekleşmiştir.


Vahyin öncülük ettiği akıl; ürettiğinde ıslah, ihya, inşa ve insanlığın onuru ve haysiyeti amaç
edinilir. Adalet ve özgürlük esas alınır. İnsanı yaşatmak gaye edilir. Fesat, yıkım, zülüm, kan
ve gözyaşına karşı bir mücadele ilke kabul edilir.


Vahyin kılavuzluğunu reddeden akıl ve bu aklın ürettiği bilgi seküler bir bilgidir. Bu bilginin
temelinde hizmetten ziyade çıkar vardır. Dolayısıyla bu bilgi, tüm insanlığı kan ve gözyaşına
mahkum ederek sadece elit bir azınlığı mutlu kılmak için vardır.


Batı seküler aklın ürettiği bilginin teknolojiye dönüşmesi neticesinde elde ettiği maddi
zenginlik ve refahın temelinde mazlum insanların kanı ve emeği vardır. Batı zenginliği,
insanlığı sömürerek yoksul bırakarak elde edilen bir zenginliktir.


Netice itibarıyla akıl vahyin kılavuzluğunu kabul ettiğinde adalet ve inşaya, etmediğinde
zülüm ve yıkıma hizmet edecektir.


Bugün üretmeyen Müslüman aklı ve üreten seküler batı aklı sayesinde yeryüzü hiç olmadığı
kadar savaş zülüm ve fesada mahkûm olmuştur.


Batı düşüncesinin geliştiği zemin seküler bir zemindir ve bu zeminin felsefi altyapısı iyi idrak
edilmediği zaman onların üretimleri göz kamaştırıcı gelebilir.


Batı düşüncesinin, üreten seküler aklının ortaya koyduğu bilimsel üretimler karşısında, İslam
dünyasında üretmeyen Müslüman aklı, yenilmişlik psikolojisi ile incelemiş ancak anlamadan
bir yargıya sahip olmuştur.


Bugün Müslümanların yaşamış olduğu coğrafyalarda var olan krizlerin sebebi akide/inanç
değildir…var olan krizin kaynağını akide olarak görenler bu krizi çözmek için inançlardaki
yanlış inançları düzeltme veya ıslah etmenin şart olduğuna inanmışlardır. Oysa ki entelektüel
krizin sebebinin inanç olmadığı bir asırdır Müslüman toplumlar maalesef tecrübe
etmektedirler..


Bugün Müslümanların en büyük sorunu Müslüman aklın üretemiyor olmasıdır. Bu yaklaşım;
Müslüman’ın dini inanç ve düşüncesinden kaynaklandığı şeklinde neticelendiği zaman, tespit
doğru teşhis yanlış konulmuştur.


Şu noktanın altının çizilmesi gerekmektedir. Bugün Müslümanların yeniden tarih
sahnesindeki yerlerini almamalarının nedeni olarak dini düşüncenin gösterilmesi ve bundan
dolayı dini yeniden yapılandırmaları ve hatta yenilemeye kalkışmaları, teşhis olarak yanlıştır.
Doğru teşhis; Müslümanların birey olarak anlayışlarını ve idrak yöntemlerini yenilemeye,
bunun için de gerekli, irade, yetenek, kararlılık ve verimi sağlayacak epistemolojik ve
metodolojik bilince ihtiyaçları vardır.


Bu bilinç ile yeniden okumak…Allah’ın görün, düşünün ve üzerinde tefekkür edin dediği
kainatı yani kevni ayetlerle birlikte nazil olan vahyi birlikte ele alarak epistemolojik ve
metodolojik bilinç ile yeniden okumalıyız… Bununla İslami düşüncenin yenilenmesi ve
yeniden İslam medeniyetinin inşası mümkün olacaktır…Kur’an’ın yalnızca kendimize, kendi
kuşaklarımıza yani bugüne vahy edilmiş gibi okuma metodunu benimsenmesi ile
gerçekleşecektir.


Bugün, tarihselci veya mecazi ve batini yoruma dayalı okumaya ihtiyaç yoktur… Bunun
yerine her çağın ve kuşağın sorunlarına ve meydan okumalarına Kur’an’ın kesin ve net
çözümler ürettiği bir okuma tarzına ihtiyaç vardır. (Cabir Alvani: İslam düşüncesinde çağdaş
söylem)


Bazı eksik ve problemler ile birlikte krizleri fırsata dönüştürebilirsek büyük değişim ve
dönüşümlerin eşiğinde olduğumuz bir süreçteyiz. İslam dünyası yenilmişlik psikolojisini
üzerinden atmak üzeredir. Yeni bir dünya, yeni bir nizam, yeni bir medeniyetin inşa süreci en
azından teorik alanda başlatılabilir. Emperyalizm ve Batı dayatmalarına karşı direnen ve
kendi medeniyetini yeniden inşa etme konusunda düşünsel adımların atıldığı bir süreçten
geçiyoruz. Dünyaya yeni bir model, yeni bir nizam, yeni bir medeniyet armağan etme
sorumluluğu müslümanların/müslüman aklın temel sorumluluklarından biridir.

Selam ve dua ile…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir