Ah Kur’an!
Son günlerde ırkçı bir müptezelin -cami duvarına bevleden bir it misali- Avrupa’nın değişik şehirlerinde, resmi izinle ve polis koruması altında mushaf-ı şerif yakarak yaptığı provokatif eylemlere şahitlik ettik. İslam düşmanlığı konusunda Avrupa’nın gerçek yüzünü ortaya koyan bu çirkin eylem gayrete gelen Müslüman kitlelerin tepkisine yol açtı ve bir yönüyle de Kur’an-ı Kerim’i dünya gündemine taşıdı.
Bu eylemin saiki, kime ve neye hizmet ettiği, bu suçun cezasının ne olması gerektiği üzerine birçok şey söylenebilir. “Gayretullaha dokunacak her azgınlığın sonucunun ibretlik olacağını” tarihe not düşerek daha can alıcı farklı sorular sormak, daha önemli gördüğüm konulara dikkat çekmek isterim.
İnsanlığın gündeminden hiç düşmemesi, düşürülmemesi gereken Kitab hakkında…
“Nebe’ün azim/en büyük haber”i bildiren Kur’an hakkında…
O kitap ki, kıyamete gün sayan insanoğluna, yaratıcısından yapılan “en son çağrı”dır!
“Elif, Lâm, Râ. İşte bu (Kur’an), kendisiyle uyarılsınlar, O’nun ancak bir tek ilâh olduğunu bilsinler ve temiz akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara (gönderilmiş) bir bildiridir.”
O kitap ki, âlemlerin Rabbi olan Allah’ın kelamıdır!
“Muhakkak ki o şerefli bir Kur’an’dır.
Korunmuş bir kitaptadır.
Ona temiz olanlardan başkası dokunamaz.
lemlerin Rabbinden indirilmedir.”
Sözünün gücü, belağatinin üstünlüğü, hakikatinin berraklığı, içeriğinin çelişmezliği, bildirdiği kevnî haberlerin doğruluğuna bilimin şahitliğiyle Yaratıcıya ait olduğu aşikâr olan bu kitabın insanlığın gündemindeki yeri bu mu olmalı?..
O sözün ağırlığını ortaya koymak için sözün sahibi insanlığa nasıl bir örnek veriyor oysa;
“Şayet biz bu Kur’an’ı bir dağın üzerine indirseydik, muhakkak onu Allah korkusundan saygı ile baş eğmiş, paramparça olmuş görürdün. İşte biz, belki düşünürler diye, insanlara böyle örnekler veririz.”
Enformasyon çağında en büyük gücün “bilgi” olduğunun farkına varan, bu gücü kullanarak yeryüzü zenginliklerini toplayıp yığmak için kıyasıya bir mücadeleyle dünyayı yaşanmaz kılan insanlık, muhtaç olduğu en büyük hazinenin -ulaşılması imkânsız bilgileri içeren- Kitabullah olduğunu ne zaman fark edecek?
“Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt, gönüllerde olanlar için bir şifa ve mü’minler için bir hidayet ve rahmet gelmiştir.
De ki: “Allah’ın lütfu ve rahmetiyle işte sadece bununla sevinsinler. O onların toplayıp yığdıklarından hayırlıdır.”
O hazine ki, dünya huzuru ve ahiret mutluluğunun anahtarı ondadır.
O hazine ki, insan, anlamını, varlık gayesini, hayatın sırrını, yaşamın formunu, ölümün hakikatini, gelecekte kendisini neyin beklediğini onun ışığında kavrar.
O hazine ki, sonsuz merhamet sahibinin rahmet ve cömertliğiyle insanlığa sunduğu kurtuluş reçetesi, hidayet rehberidir.
Uçsuz bucaksız evren, bilinen bilinmeyen sonsuz âlemler içinde bir zerrecik olan biz insanların âlemlerin Rabbi tarafından değer verilip muhatap alınması ne büyük bir şereftir!
Heyhat ki, bu şerefe sırt çevirmiş insanlığın durumu, dünyanın en değerli ziynetleriyle dolu bir sandığa mirasçı olan, açlık ve sefalet içerisinde kıvranmasına rağmen sahip olduğu o sandığın içindekilerin kıymetinden habersiz, onlardan nasıl yararlanabileceğinden gafil bir zavallının haline benzemektedir.
Heyhat ki, bu hakikate duyarsız insanlığın durumu, ölümcül hastalığına derman olacak bir reçeteyi umursamayıp acılar içerisinde kıvranmaya devam eden bir hastanın hali gibidir.
Peki o sandığın bir hazine içerdiğini, o reçetenin derde derman olacağını bilen Müslümanların hali?… Sorumluluğu?…
Bu soru daha can yakıcı ve bu yara daha derindir.
Sonraki yazımızda değinelim inşâallah.