Havaleciliğimiz

Yeryüzünün halifesi olma izzetini taşıyan müminler, nasıl bir mükellefiyet altında olduklarını sürekli hatırlamak durumundadırlar…
İlahi teklife tepkimiz nedir?
Teslimiyet mi yoksa mazeret üretmek mi? Sorumluluktan sıyrılmak için ipe un sermek mi?
Genelde imanın gerektirdiği teslimiyeti gerçekleştiremeyenler ya da yükümlülüklerini ihmal ederler veyahutta bir başkasına ihale etme kolaycılığına belki de kurnazlığına yeltenirler…
Dava yükünü yüklenmeye yürekleri yetmeyenler bir şekilde sorumluluğu ötekilere havale etmede mahirdirler…
Havale etmeden harekete geçmek her kişinin kârı değildir… Güçlü insanlar sorumluluk almaktan çekinmez…
Bu yapıdaki insanlar değerlidir… Sorumluluk almak, kişinin kendine yaptığı en büyük yatırımdır… Yük alanlar, bedel ödeyenler ancak yücelik yolunda yürüyebilirler…
Ne yazık ki, kaht-ı rical günlerinde sorumluluklarını başkasına yıkmak veya zamana yaymak şeklinde yaygınlaşan sosyal hastalıklarla yüz yüzeyiz… Veya şöyle de tarif etmek mümkün; işlerini ihmal edenler bir de başkalarına ihale edenler…
Sanıyorum, Müslümanlarda yaygınlaşan bu havalecilik virüsü ciddi hüsranların habercisi olacak gibi…
Mükellefiyetlerimizi bir başkasına pasladıkça veya parafe ettikçe perişanlığımız kaçınılmaz oluyor…
Neredeyse tüm İslami sorumluluklarımızı iktidara ihale etme noktasına geldik…
Emanet orta yerde duruyor… Elini taşın altına sokması gerekenler topu taca atmakla meşgul… Ya da günah keçisi arıyor…
Bizatihi omuzlarımıza binmiş olan, vebalini boynumuzda taşımakta olduğumuz görevlerimizi devlet erkanına, diyanet ricaline, yönetim erkine, ilim ehline, eğitim camiasına, üst mercilere, devletlülere, kelli felli zevata havale etmekle hesaptan kurtulacağımızı sanıyorsak ciddi bir yanılgı…
Dahası en çetin başlıkları Mehdi’ye, Mesih’e, muhayyel halifeye, daha açıkçası gelecek kurtarıcılara havale edenlerin vay haline…
Unutmayalım ki, bir başkasının daha çok sorumlu olması kimseyi kendi sorumluluğundan kurtarmaz…
Sonuçta havaleciliğimizden dolayıdır ki, hayati öneme haiz görevler ortada kalıyor… İhalenin kimde kaldığı belli değil…
‘Başkası yapsın ama ben değil’ psikolojisi…
Konforum bozulmasın, keyfim kaçmasın, riske giremem mantalitesi…
Üstümüzden attığımızı sandığımız sorumluluklar yarınlarda bize dönüşü nasıl olur, yeterince düşündük mü?
Ne kadar farkınızdayız bilmiyorum, sanki kendi mukadder sonumuzu kendi ellerinizle hazırlıyoruz.. Nasıl mı? Havaleciliğimizle…
Üzerinde titrememiz gereken körpe nesillerimizi, ‘eti senin kemiği benim’ mantığı ile kime havale ediyoruz?
İşler sarpa sarınca da günahı yapanların boynuna deyip işin içinde sıyrılabiliyoruz…
Peki, yapmamız gerekirken yapmadıklarımız ne olacak?
Adını bile koymakta zorlanıyorum… Beceriksizlik mi, bencillik mi, boş vermişlik mi, bananecilik mi, bezginlik mi, bitmişlik mi… Bilmem ki ne desem?
Söz konusu dava olunca başkasına ihale eden bizler, konu dünyalık olmaya başlayınca ihale kapmak için ne müthiş bir performans sergiliyoruz değil mi?
Yoksa Yahudileşme temayülüne mi maruz kaldık?
Hani Hz. Musa (as) İsrailoğullarına Kudüs’ü işgalcilerden kurtarmak için Allah’ın emrini ilettiğinde nasıl bir tepki ile karşılaşmıştı?
‘(İsrailoğulları) Musa’ya: ‘Haydi sen ve Rabbin birlikte gidip savaşın; biz işte burada oturup bekliyoruz’ (Maide, 24)
Acaba bugün bizim Gazze sınavında durumumuz çok mu farklı… Şu kadar bir farktan bahsedebiliriz…
Yeryüzünde Allah’ın askeri olması gereken biz Müslümanlar Gazze için duadayız…
‘Allah’ın gaybi yardımlarını gönder… Gazzeli kardeşlerimizi yardımsız bırakma, meleklerini gönder’
Kuşkusuz Allah (cc) gaybi yardımlarını göndermesine gönderir de, biz neyi temsil ediyoruz? Yeryüzünde varlık sebebimiz nedir?
Allah (cc) bizim elimizle yeryüzünü zulümden arındırmak, mümin yüreklere ferahlık vermek istiyor:
‘Onlarla savaşın ki, Allah sizin elinizle onları cezalandırsın, onları rezil rüsva etsin, onlara karşı size yardım ve zafer ihsan buyursun, baskı ve zulüm altında inleyen münin toplulukların gönüllerini ferahlatsın.’ (Tevbe, 14)