İslam Medeniyeti: Dün- Bugün- Yarın
Medeniyet; bir dinin, fikir akımının veya düşüncenin kurumsallaşması, belli bir alana
yayılması ve devlet- imaparatorluk olarak kurumsal düzeyde temsil edilmesi ile oluşan;
kendine ait bir dili, dünyaya ait bir bakış açısı olan yapının genel adı olarak tanımlanabilir.
İnsanlık tarihi boyunca birçok medeniyetler kurulmuştur. Kayıtlara geçmiş, eserler bırakmış
veya kalıcı etkiler bırakmış medeniyetler çok azdır. Belli dönemlerde yükselmişlerse de
devamlılığını sağlayamamışlar, yıkılmışlar ve etkileri daha değişik alanlara kaymıştır. Bazı
medeniyetler diğer medeniyetler içinde erimiş, devamlılığını ancak bu suretle
sağlayabilmişlerdir.
İslam dini insanlığın kadim damarını ikame etmek, diriltmek ve evrensel ilkeleriyle zamanı-
mekânı kuşatacak perspektifiyle bir medeniyet meydana getirdi. Her medeniyetin yaşadığı
süreçlere benzer süreçler yaşadı- yaşıyor. Bu medeniyet algısının insanlığa çok büyük
katkıları olmuştur- olacaktır. Biz üç bölüm halinde hazırladığımız yazıda “Dün- Bugün-
Yarın” açısından İslam medeniyetinin konumunu ele almaya çalışacağız.
Dün:
İslam medeniyeti dünya tarihinde en etkili olanların başında gelir. Hz. Muhammed’in
peygamberliği ile tamamlanan nebevi çizginin olgunlaşmış- tamamlanmış halidir. Mekke’de
doğan bu medeniyet çizgisi 100 yıl içinde hem coğrafik hem de fikriyat olarak insanlık
tarihinde yerini almıştır. Vahiy ile şekillenen, peygamberliğin yaşamıyla örneklenen ve
ardından gelen müntesiplerinin katkılarıyla zenginleşen bir medeniyettir.
Bu çizgi bir anda oluveren yapıda değildir. Kendinden önceki yolları ıslah etme çabasına
girerken diğer yandan büyük bir gelecek öngörüsü ile insanlığa Kur’an-ı Kerim merkezinde
bir dönüşüm süreci ortaya koymuştur. Kendinden önceki miras red edilmemiştir. Toplumsal
süreklilik içinde etkisini devam ettirmiştir. Birçok noktada düzenleme gerçekleştiği halde bazı
noktalarda aynı yapılar devam etmiştir.
Peygamberin vefatından sonra İslam dininin müntesipleri arasında yönetim ve diğer
konularda anlayış farklılığından kaynaklanan değişik açılımlar olmuştur. Ancak bu açılımların
çoğu Hz. Peygamberin uygulamaya çalıştığı, hedeflediği proje paralelinde gitmemiştir. Hz.
Peygamberin projesi yarım kalmıştır. Peygamberin yönetim anlayışında uygulamaya çalıştığı
özelliğine göre yönetici yerine toplumsal bilinçaltının zorlaması ile saltanat geri dönmüştür.
Yeni bir dinin kurumsal ve coğrafik olarak çok hızlı şekilde yayılması yeni sorunları da
beraberinde getirmiştir. Bu sorunları aşmada dinin esnek yorumundan kaynaklanan yeni bakış
açıları çıkmıştır. Bazı yerlerde ise din tükenen kurumsal gücün devamı için araç olarak
kullanılmıştır.
İlk 300 yılda kurucu irade olan Arapların kültürel kalıplarının etkisinde şekillenmiştir. Çölde
hiçbir toplumsal ve siyasal varlık olarak etkisi bulunmayan Araplar bu yeni medeniyetin
açtığı yoldan ilerleyerek tarih sahnesine çıkmışlardır. Arapların öncülüğünde gerçekleşen bu
süreçte; öncelikle toplumsal- siyasal- kültürel hiçbir yapısı bulunmayan bir kavmin birden
dünyayı etkileyecek yeni bir çıkış yakalaması ile oluşan tereddütlü hal almış, ardından diğer
medeniyetlerin birikimlerinden faydalanarak gücünü göstermiştir. Emevi ve Abbasi
dönemlerinden sonra Türk ve İranlıların etkisiyle yeni çıkış yolları olmuştur.
Türkler tarih sahnesindeki en büyük rolünü İslamlaşarak gerçekleştirmişlerdir. İslam dininin
kabulü ve yaşanan göç ile yeni topraklarda önce uyum, ardından hâkimiyet mücadelesine
girmiş ve nihayetinde Osmanlı imparatorluğu yükselen bir süreç yaşanmıştır. Dünya tarihine
kendi birikimleri ve tanıştıkları kültürlerin katkıları halen devam eden bir güç ortaya
koyulmuştur. Türkler de Araplar gibi İslam olarak bir medenileşmiş ve dünya medeniyet
sahnesinde yerlerini almışlardır. Bu yönleri ile geçmişten kitabi ve ilahi bir mirasın sahipleri
olmadıkları için medeniyet tarihinde ayrı bir yer ve öneme sahiplerdir. Türkler bozkırdan,
Araplar çöllerden çıkarak büyük bir medeniyet birikimine eklemlenmişler ve dünyaya yeni bir
ruh getirmişlerdir.
İranlılar ise Pers imparatorluğu geleneğinden gelmektedirler. Büyük medeniyetler oluşturan
İranlıların yeni medeniyet karşısında tutumları tereddütlü olmuştur. Hz. Hüseyin şehadeti ile
oluşan matem ve mollalar şahsında oluşan din adamları sınıfı ile çok köklü bir yapı
oluşturmuşlardır. Bunu ideolojik bir kılıfa büründürerek İran- Fars geleneğini devam
ettirmeye araç kılmıştır. Tarihsel süreç içerisinde İran- Fars etkisi itaatsiz- bağımsız ayrı bir
yapı oluşturmuş ve bunun tarihsel ifadesi olmuştur.
Hindistan alt kıtası, İran, Osmanlı, Irak, Mısır ve Endülüs coğrafyalarında farklı tecrübeler
geliştirmiş olmakla beraber, tarihsel süreç algıları birbirine benzemektedir. Hindistan’da Hint-
Çin mistisizmi, İran’da pers- Zerdüştlük, Osmanlı’da ise Roma- Bizans, Endülüs’te eski
Yunan- Roma kültür kaynaklarıyla ilişkide bulunmuş ve bunların bazı yönlerini
içselleştirmiştir. Her kıtada gittiği coğrafyaya- insanlara- kültüre yaptığı katkılarla dünya
medeniyeti olmuştur.
Yaşanan tüm tarihsel birikimleri arkasına alarak ve tevhidi çizginin ifadesi kılacak medeniyet;
ekonomik, siyasi, kültür, bilim, ahlak alanında birçok örneklikler ortaya koymuştur. 11. ve 12.
yüzyıllara kadar yaşanan yükseliş, hâkimiyet sürmüştür. Bu dönemden sonra insanlığın
gelişim çizgisini ıskalayan bir sürece girmiştir. Dünyadaki hâkimiyet ve yüksek özgüven aynı
konumda yer almayı sürdürmesine ve değişimi iyi anlayamamasına yol açmıştır. Savaş
kültürü; yenilik algısını okuyamamasını doğurmuştur.
Tarihin sünnetullahı ve insanın büyük değişim arzusu ile Batıda yeni bir medeniyet
neşvünema buluyordu. İslam dünyası yaşanan düşünsel- sosyal- kültürel değişimlerden
habersiz, son ve büyük medeniyet olduğu düşüncesiyle kendi gelenekselleşmiş-
muhafazakârlaşmış- donuklaşmış- sabitlenmiş bir haldeydi. Kendi iç dönüşümünü terk etmiş,
tartışmayan halde kendi sonunun gelişini seyrediyordu. Doğuya açılamayan, İslam karşısında
ilerleyemeyen, düşünsel- savaşsal üstünlük kuramayan Batı kendisi için yeni Pazar alanları ve
hâkimiyet sahaları keşfetme peşindeydi.
İslam medeniyeti 16. yüzyıldan itibaren dışardan değil kendi içsel dönüşümü ile geldiği
aşamada askeri- siyasi- ekonomik- kültürel alanda etki ve hâkimiyetini yitirmeye başlamıştı.
Tarih ve hayatın boşluk kabul etmeyen döngüsü ile ortaya çıkan açık alanları Batı doldurmaya
başladı. Ve bununla “Bugün” başlamış bulunuyordu.
Bugün:
Yaşadığımız zamandan bahsedeceksek bunun doğrudan ve dolaylı zamansal dolaşımları
vardır. Doğrudan etki eden zaman son 500 yılı kapsar. Dolaylı etki eden zaman ise tarihsel
insanlığın derin tüm tecrübelerini içinde barındırır. Bu birikimler bugünümüzü şekillendirir.
Şimdiki zamanımız olan bir geçmişimiz, geleceğimiz olan bir şimdiki zamanımız var.
İslam medeniyeti varlık alanının oluşturan havzalar vardır: Hint ve Orta Asya, İran bölgesi,
Afrika, Ortadoğu ve Balkanlar. Genel algıda Osmanlı İmparatorluğu merkezli bir yaklaşım
vardır. Oysaki Osmanlı İmparatorluğu’nun etki alanı dışındaki bir çok topraklarda İslam
kültür ve medeniyetinin izleri bulunmaktadır. Var olan durumlar genel anlamda birbirinden
bağımsız değildir.
Medeniyet düzleminde dünya üzerinde genel bir hâkim oluş durumu vardı. Cebelitarık’tan
Hint Okyanusu’na kadar bölge aynı düşünce ve inançların mensuplarının hâkimiyeti vardı.
Son ve hak din mensubu olmanın psikolojik üstünlüğü ile bu sürecin artık ebedi olarak devam
edeceği hissiyatı ön planda idi. Başka bir medeniyet –ki çıkarsa- yine bu çevreden çıkacaktır
yargısı hâkimdi. Hele gayri Müslimlerin bir daha hâkim olabileceği düşüncesi hiç
taşınmamaktaydı. Bu iktidar ve saltanat günleri hiçbir zaman son bulmayacaktı. Yaklaşık
1000 yıl dünya üzerinde etkin olan bu medeniyetin çocukları tarihsel döngünün devam ettiğini
unutmuşlardı.
Dünya üzerindeki diğer coğrafyalarda yaşanan değişimler iyi okunmadı ve takip edilmedi.
Bilgiler rivayetten öteye geçmedi. Hiçbir rakibin çıkmayacağı zehabına kapılanarak tedbirler
alınmadı. İslam kültür havzasında bulunanlar da bu iletişimi kuramadılar. Birbirlerini
duygusal- inanç bağları ile görmekten öte bir medeniyet birikimini temsilen bunu tanımak-
eleştirmek iradesini ortaya koyamadılar. Kendi arasında işbirliği yapmak şöyle dursun uzun
yıllar saltanat ve hâkimiyet kavgalarında binlerce insan kaybedilecekti.
Önce takip edilmeyen diğer dünyadaki değişimler ve zaten kendi içinde yenilenme iradesini
yitirmiş yapılar genel çözülmeyi zorunlu kılmıştı. İslam medeniyeti hantal, durağan, iradesiz
bir hal almıştı. Askeri üstünlüklerin merkezinde medeniyet okumalarına devam ederken, batı
düşünsel evrimini tamamlamaya çalışıyordu. Siyasal, ekonomik, kültürel ve eğitim olarak
kendi iç yenilenmesini gerçekleştiremedi.
20. yüzyıla gelindiğinde önce afallandı. Bu güç neydi ve nasıl ortaya çıkmıştı. İnsan yanına
makineyi almış yeni bir gücü yedeğine almıştı. Düşünsel, sosyal, siyasal olarak farklı bir
yapılanma gerçekleştirmişti. Önceleri küçümseme, sonradan anlama ardından hayret ve
nihayetinde taklit edilecekti. 1. Dünya Savaşı’na kadar bu yenilginin boyutları iyi görülemedi.
Sürekli bu geçişin geçici olduğu düşünüldü. Ancak gitgide ülkelere, şehirlere ve köylere kadar
sirayet eden hâkimiyet ile bu gerçeğin farkına varıldı. Öylesine çürümüş, dayanaksız bir halde
idi ki bir dokunuşla tüm yapılar yerle bir oldular.
Batı medeniyeti İslam kültür havzasında istediği gibi oyunu oynamaya başladı. Önce bilfiil
işgal yaşandı. Bu işgal yenilginin artık vakıa olduğunu kabul ettirdi. Batı kendi hâkimiyetini
içten bulduğu desteklerle devam edecekti. Bu gücü taklit eden önemli bir sınıf oluşmuştu.
Artık kendi güç ve dinamiklerinin bu dünya için önemi kalmadığını düşünen sınıflar
hâkimiyeti ele geçirmeye başlamışlardı. Yalnız ilginç bir şekilde batı kendilerine yakın
durmaya çalışan bu sınıflara güvenmedi. Kendi medeniyet birikimlerini paylaşmadı. Sürekli
ekonomik sömürüye dayanan bir yaklaşım merkezinde hâkimiyetlerine devam edeceklerdi.
Bu savaşım ortasında İslam medeniyetinin yeniden geçmiş parlak günlerine dönüşünü
hedefleyen anlayışlar ortaya çıktı. Zaferler düşleyen bu yapılanmalar kendi halkının ve ait
olduğu düşünce birikiminin farkında olmayan iktidarlara karşı mücadeleye giriştiler. Bu
mücadeleler içerisinde bir tek İran’da gerçek anlamda başarı sağlandı. Diğer ülkelerde olan tüm muhalif yapılanmalar; parti kapatma, sürgün, hapis ve diğer cezalarla etkinlikleri kırılmaya çalışıldı. Ve çoğunda başarı sağlandı.
Yenilgiden çıkış için düşünsel ve kurumsal değişim yavaş ilerlemektedir. Geleneksel
kurumlar kendi içine kapanarak korunma yoluna gittiler. Düşünsel noktada kaybedilen
mevziyi kazanacak düşünsel ve kültürel tahkim yavaş ilerlemektedir. Kendi iç dinamiklerini
keşfedecek, zamana ait hale ilişkin kuşatıcılığını kazanacak, mevcut hakim güçleri kuşatıp
üstünlüğü kabul ettirecek bir algı oluşturulmalıdır. Diğer medeniyet birikimlerinden
faydalanacak, kendi geleceği açısından nasıl bir hedef ile var oluşunu ispatlayacağının
bilincinde olan bir süreç olmalıdır.
Yarın:
Bugünler yarını inşa etmeye devam etmektedir. Bugün atılan her adım geleceği
şekillendirmektedir. İnsanın bitmeyen tarihsel yolculuğu devam etmektedir. İnsanın büyük
kurucu karakterinin ifaden olan medeniyetler tarih içerisindeki yerlerini- konumlarını
bulmaya çalışmaktadırlar. Son olmadı hiç, her daim yeni bir yolculuk insanı bekledi.
İslam medeniyeti; insanın var oluşunun tevhidi göstergelerindendir. Hz. Âdem’den beri
devam eden bu süreç kesintilere, sapmalara, bozulmalara, çözülmelere uğradı. Hâkim olduğu
iktidar zamanlarını gördü. Şimdi artık insanlığın özündeki vicdanın ifadesi olmaya devam
eden bu fıtrat dili insanlığa yeniden kendi sözünü söylemeye ve pratiğini gösteremeye
çalışmaktadır.
İslam medeniyeti gerilemiş, durdurulmuş ve yenilmiş bir konumdan yeni yollar bularak tarih
ve insanlık sahnesindeki yerini almaya çalışmaktadır. Bu mücadele insanlığın geldiği noktayı
tahlil ederek, ıslah olunarak, birikimlerine yabancılaşmadan, çözüm sunarak akli- kalbi ve
bedeni şifa kaynağı olacaktır.
Dünya üzerindeki insanlığın gelişmişlik düzeyi ile yakaladığı bir medeniyet düzlemi
bulunmaktadır. Dünyanın en küçük yerindeki buluş, tahlil ve birikimler insanlık potası içinde
yerini almaktadır. Yönetim, ekonomi, kültür, sanat ve edebiyat akışı hızlı ve dinamik şekilde
devam etmektedir.
Öncelikle İslam medeniyeti dünyanın insanlık mirasına yüz çeviremez. İnsanın ifsat ve inkar
edici yönü bulunduğu gibi ıslah ve inşa eden yönü de bulunmaktadır. Bugün batı
medeniyetinin ulaştığı nokta ve insanlık için elde ettiği birikimler yadsınamaz. Her alanda
etkin olan bu medeniyet aşılmağa mahkûmdur. Ancak bu medeniyet dili ve imkânları
tanınmadan, anlaşılmadan mümkün değildir. İslam medeniyetinin mirasçıları varlığın zıttıyla
kaim olduğu bu dünyada batı algı ve felsefesini sorgulamak, didik didik etmek, insanlık için
anlamını ikna edeci sözlerle ifade etmek mecburiyetindedirler.
Tarihteki asabiyet merkezli medeniyet inşası geride kalmıştır. Bir kabile(Kureyş), bir
kavim(Arap- İran- Türk) gibi bir sınırlama olmayacaktır. Bir tasavvuru, imkanı olan herkes
dünya üzerinde kendini ifade etmekte ve yolculuğa katılmaktadır. Bazıları halen kendi
asabiyetini ön plana çıkararak bir medeniyet inşa etme yanılgısına düşmeye devam
etmektedir. Halen İslam dünyasında kimileri Arapların, kimileri İranlıların, kimileride
Türklerin yeniden hâkimiyet hülyalarına dalmaya devam ediyorlar.
Toprağa bağlı algılar zayıflamaya devam etmektedir. Dünya üzerindeki dolaşım
hızlanmaktadır. Bu dolaşım hızı gün geçtikçe hızlanmaktadır. Hali hazırda sanal
âlem(İnternet) de bu imkânlar artarak çoğalmaktadır. Bu iletişim çağında anlamak için bir dil
gereklidir. Her vatandaş artık sadece bir dil ile değil 2- 3 dil bilmek zorunda kalmaktadır. Bu
iletişim medeniyet etkileşimini de doğuracaktır. Kendi medeniyet halkası ve değerlerini
oluşturabilenler geçmiş zamanlara göre daha hızlı ifade etme ve yayma imkânına sahip
olacaklardır. Yeter ki etkileyici, kapsayıcı, şifahi çözüm üretilebilsin, sözler söylenebilsin.
Saltanat çağları geride kalmıştır. İslam dünyasının en büyük tıkanıklıklarından biri halen
babadan oğla geçen yönetim anlayışını terk edememeleridir. Bu yönetim anlayışı keyfi
yönetime yol açmakta, İslam şuurunun temeli olan istişareye yer vermemektedir. Kendi
iktidarları asıl, gerisi teferruat olmaktadır. Bu anlamda dünya insanlık mirasının ortaya
koyduğu demokratik açılımlar samimiyetle desteklenmelidir. İslam coğrafyasında saltanat
sürecini terk edenler daha hızlı gelişme göstermiş ve ileir gitmişlerdir. Gelecekte artık bu
sürecin kaçınılmazlığı karşısında daha fazla zaman kaybetmeyip bu olguya entegre olup, daha
olgun arayışlara gidilmelidir.
İslam toplumu cemaat- birey gerilimi yaşamaktadır. Cemaat- tarikatler İslam düşünüşünün
yaşaması noktasındaki gayret ve çabaları ile yaygınlık kazanmış ve temellenmiştir. Ancak
zamanla oluşan iktidar alanı diğer iktidar alanları gibi bozmaya başlamıştır. Önce iktidar
hâkimiyet mücadelesi ardından belli bir ideoloji doğrultusunda kendini bir alana kurgulama-
hapsetme ihtiyacı doğmuştur. Cemaat ve tarikatlar İslam düşüncesinin zenginliğine katkıda
bulunurlarken diğer yandan önü tıkayıcı, saptırıcı fonksiyonlarda üstlenmişlerdir. Bu anlamda
birey insanın modern çağlarda yaşamaktayız. Bireyselleşme ile cemaat- tarikatleşme
arasındaki yer henüz belirlenmemiştir. Bu nedenle gerilim yaşanmaktadır. Bireysel bir alan
inşa edenler bir çerçeveyi kabul etmemekte, diğer yandan cemaat- tarikatların dini algı
üzerindeki oluşturdukları tekelleşmeden dolayı bir zenginlikte oluşturamamaktadır.
Din insanın yegâne dünya ve anlam tasavvuru olarak etkinliği devam ettirmektedir. İslam
dinin bu çağ için anlamı ve cevabı noktasında çok az örnek pratiklikler oluşmuştur. Bu süreçte
her alanda yeni örnekliklere ihtiyaç bulunmaktadır. Diğer medeniyet ve insanlar ikna
edilebilmelidir. Bu ikna süreci sabırla, örneklikle, sevgi ve merhametle yapılmalıdır. İslam
dini üzerinde oluşturulan imaj savaşlarında Müslümanlar başarılı çıkabilmiş ve saygın
değillerdir. Gerek dünya üzerindeki yaygın iletişim kanalları gerekse de Müslümanların İslam
adına gösterdiği yanlış örneklikler bu iletişim ve etkileşim kanallarını tıkamaktadır. Tüm
sözlerin başlangıcında olduğu gibi sevgi ve merhametin sahibini andığımızdaki gibi
çevremize de sevgi merhamet halesi oluşturabilmeliyiz.
İslam dünyası bu çağa ve zamana yabancı kalmıştır. Bu çağa uyum göstermek çabası zayıftır.
Zamana yabancılaşanlar zamanı tanıyamamakta ve algısını tazeleyememektedirler. Eski zafer
günlerinin hayaliyle zihinler uyuşturulmaktadır. Bazen Asr-ı Saadet, bazen Dört Halife
Dönemi, bazen de Osmanlı dönemi hayalleri bugünler yâd edilmektedir. Geçmiş artık ders ve
anlam haritasıdır. Yeniden diriltilmek için değildir. Dolayısıyla yarınlar ancak Müslümanların
bu tarihsel kopuşlarını yaşayıp, bu çağ ve zaman için anlam devşirebildiği ölçüde etkili
olacaklardır.
Batı medeniyeti doğuş çağlarında bir yandan kendi iç eleştirisini yapıp, çözümler üretirken
diğer yandan düşünsel köklerini aramaya çalışmıştır. Bunun içinde dinsel ayrımlar
yapmamıştır. Tüm insanlık birikimlerini kendi içinde eritmeye çalışmıştır. Sadece Yunan
felsefi metinlerini değil, İslam düşüncesine ait metinleri didik didik etmiştir. Bugün İslam medeniyet tasavvuru sahiplerinin de öncelikle bu zaman ait vahiy dilini konuşturup, kendi iç
özeleştirisini çok ciddi bir şekilde yapıp ve ardından kendi düşünsel köklerindeki tevhidi-
özgürlükçü ve adaletçi damarı tesbit edip oradan da ilham alarak çağın idrakine İslam’ı
söyletebilmelidir. Bugün geçmiş ile bugün arasındaki sıkışmışlığı aşıp geleceğe adım
atılamamaktadır.
Her medeniyet dünya üzerindeki etkinliğinde diğer medeniyetlerin eksik- boş bıraktığı
alanlara yerleşerek ortaya çıkmıştır. Var olan medeniyetlerdeki boşluk alanları iyi
belirlenmelidir. İnsanlığın düştüğü bu boşluk alanları bunalımlara sebep olmaktadır. Batı
medeniyeti, İslam medeniyetinin düşünce, bilgi, felsefe, yönetim ve ticaret alanlarında
bıraktığı boşlukları doldurarak hâkim olmuştur. Bugün batı medeniyetinin insanın ruhunda,
toplumun yapısında ve devletlerin işleyişinde çok büyük eksiklikler mevcuttu. Bugün batı
İnsan tanımlamalarından, yaratıcı- varlık ilişkisine, özgür ve adil bir yönetim anlayışından
ahlak değerlerine kadar her alana sirayet eden ve kaotik bir durumdadır. Bu sistemi insanlığın
yararına açmak için kendi düşünce ve birikiminin bu çağa, varlığa ve insana cevap vermelidir.
Geleceği kurabilenler boşlukları doldurup kendi hâkimiyet alanlarını genişletebilenlerdir.
Geleceği kurabilmek için öncelikle irade gereklidir. Yaşanan sıkıntı, geri çekilme ve
yenilginin bir gün sona ereceğine dair inancın sağlam olması gerekiyor. Yaşanan mağlubiyet
psikolojisi insan ve toplum algısını felce uğratmıştır. Uzun hâkimiyet dönemlerinden sonra
gelen mağlubiyetin sarsıntısı atlatılamamıştır. Yarın için düş kurabilmek için kendisi ve
toplumu için bir gelecek olduğunu düşünebilenlerdir.
İslam medeniyeti artık Ortadoğu merkezli tasavvurunu aşmak zorundadır. Genel algıda dünya
artık coğrafik sınırlamalar kalmamıştır. Geleneğin bu şekilde olması, geleceğin de bu
merkezde döneceği anlamına gelmez. İslam dünyası adıla yapılan tanımlamalar bu çağı
anlatamamaktadır. Bireylerin coğrafyalar arasındaki hareketliliği düşünce inanışta da kendini
göstermiştir. Artık insanın var olduğu her mekân yeni bir medeniyetin kuruluşu için bir
imkânı barındırmaktadır.
Gelecek, “gelecek bizimdir” diyebilenlerindir. Öncelikle yarınımızın olduğunu bilmemiz
gerekir. Bugüne mahkûm olmadan geleceğin üstün örnekliğini oluşturmak için sabırla yol
alabilenlerindir. Gelecek her an yenilenen irade ile şekillenir. İslam, insani var oluşun temeli
olarak her an insanlığa rehber ve yeni bir dünya yaratmak için yanı başında beklemektedir.