Tepkisizlik Musibeti

Yaygın musibetlerle sınandığımız şu zorlu süreçlerde dipten gelen farklı musibetlerle de sarsılıyoruz… Ne demek istiyorum? Sözü tepkisizlik musibetine getirmekti amacım… Evet, Müslümanlar bunca ahlaksızlık, kötülük, kirlilik, haksızlık hadsizlik karşısında neden tepkisiz ve tavırsız? Bu bir musibet değil midir?

Bu tepkisizlik nereden kaynaklanıyor?

Yetişme tarzımızdan mı? Çevre baskısından mı? Yanlış Özgürlük algısından mı? Temelsiz dini yorumlardan mı? Aşırı bireyselleşmekten mi? Ya da bu tepkisizlik tasvipten mi, yenilgi psikozundan mı, üretilmiş korkulardan mı?

Gittikçe tepkisiz, tavırsız, duyarsız bir toplum olduk… Sonrasında da bu durumu kanıksadık… Hatta bir yaşam biçimi olarak benimsedik… Haliyle tepkisizlik kalıcı hale geldi adeta…

Unutmayalım ki, cehalet, hadsizlik, hukuksuzluk, ahlaksızlık, tepkisizlikten beslenir…

Müslümanların suskunluğu, tepkisizliği, ürkekliği, dağınıklığı kötülüğü cesaretlendiriyor…

Evet, her türlü istibdat, istikbar, istismar, isyan korkuya dayalı tepkisizlikten palazlanır…

Batı, Müslümanların tepkisizliğinden cesaret alıyor… Yakılan Kur-an’ı Kerimler İslam âlemine karşı bir meydan okuma olduğunun herkes farkında… Ancak Müslümanların bu kayıtsızlığı anlaşılabilir değil… Aslında toplumun çoğu bu gidişattan rahatsız fakat ölümcül bir sessizlik hâkim… Bir nevi çaresizlik gözlemleniyor…

Ahlaksızlığa kayıtsız kalmak, dahası ahlaksızlığı özgürlükçü anlayışın gereği gibi sunmak, kendi elimizle kendi sonumuzu hazırlamak oluyor…

İslami değerlerle insanımız arasında makas gittikçe açılıyor… Marufun, ahlakın, hakikatin, savunucuları adeta linçe maruz kalıyor… Kötülük odakları pervasız, arsız gözlerini karartmış durumdalar…

Bu boyutlarda fütursuz bir teşhirin, tahrikin, İslami değerleri tahfif ve tezyifin aktörleri “bireysel özgürlükler” sloganı ile toplumsal ifsadın başını çekiyorlar…

Sistematik kötülüğü kabullenmişlik ruh hali ile öne çıkıyor…

Azgın azınlık azıttıkça azıtıyor… Bunun bize yansıması aciziyet olarak beliriyor…

Arsızlık ve ahlaksızlık karşısında bu aciziyet anlaşılabilir değil… Bu gidişata alışmak ise beterin beteridir…

Habis ur gibi toplumsal organizmayı tehdit eden bu salgına karşı savunma mekanizmamız “Emri bil maruf nehyi anil münker”e sarılmamız gerekiyor…

Ancak aşırı kibarlığımız, narin, naif, nazik davranışlarımız bir farzın terkine dönüştürüyorsa tavırsız,  tepkisiz hatta onursuz ve omurgasız bir sonuca neden oluyorsa bu gidişat kabullenilemez…

Etkili, yetkili, ilgili, duyarlı kurum ve kuruluşlarımız bu hazin gidişatın kaygısını ne kadar taşıyorlar, birbirimize hatırlatmak durumundayız…

Evet, kanaat önderleri, cemaat liderleri, akil insanlar, duyarlı aydın ve entelektüeller, dertli âlim ve akademisyenler, eğitimci ve ebeveynler, mürşit ve mollalar bu baskın ve yaygın kirlenmeye, taciz ve tehdide karşı bireysel vera ve takva ile korunabilmemiz mümkün görünmüyor…

Diyanet ilahiyat,  STK, GKT, dergâh, vakıf, dernek, medrese mensupları olarak hepimiz olup bitenden mesulüz…

Yeter ki içe kapanmışlıktan kurtulabilelim…

Ahlaka vurgu yapmamızı ahlaki dayatma olarak değerlendiren mihrakların algı operasyonları karşısında ezik ve yenik bir ruh haline düşmeyelim…

Yaftalanan biziz, bu şartlarda aşırı hassas olmamız, aman “hır gür” çıkmasın duyarlılığımız birilerinin elini güçlendiriyor…

Sukut orucumuzu bozmamız gerekiyor… “Dilsiz şeytan” durumuna düşmemek için ses vermemiz, tepki vermeniz kaçınılmaz oluyor…

Sadece hayır, hasenat ve hamaset yarışı ile sonsuz hedefe yürüyemeyiz…

Biraz cesaret, biraz şecaat, biraz gayret, biraz yüreklilik diyoruz…

Hani eğrildiğimizde birbirimizi eğri kılıçlarımızla doğrultan şahitler olacaktık…

En azından; “Namuslular da namussuzlar kadar cesur olmalı.”  (V. Hugo)

Ramazan Kayan